Etiketler

1 Mart 2012 Perşembe

Trinidad

O kadar çiftlik olupta zengin çiftlik ağaları olmaz mı?
Elbette olur... Trinidad Cuba'nın toprak zenginlerinin memleketi...

Diego Velazquez'in kurduğu yedi yerleşimden üçüncüsü masal şehir gibi... Sanki özel imal edilmiş gibi...

UNESCO'nun Dünya Mirası Listesi'nde yer alan Trinidad'a mutlaka gidin... Hatta orada bir gece kalın... Sokaklarında dans edin dicemde bizim gibi turla gidince sabahın köründe yola çıkıp doyamadan dönmek zorunda kalıyorsunuz :(

Cuba'nın en zengin ve aristokrat kentinde mimari sizi mest ediyor... İspanyol sömürge mimarisi bir mimar olarak beni çok etkiledi...

Arnavut kaldırımlı sokaklarında geniş cepheli evlerin yerden çatıya kadar yükselen rengarek boyalı demir parmaklıklı pencereleri nereye bakacağınızı şaşırtan bir güzellikte...

Ferforjenin ne kadar harika olabileceğini görüyorsunuz... Dantel bir örtü gibi işlenmiş ferforje nakışlar... Harika...

Evlerin pencere ve kapıları o kadar devasa ki, geçmiş zamanda evlere atla girip çıkıyorlardı her halde diye düşünmeden edemiyorsunuz...

Parabolik içbükey çatılar... 200 yıllık kiremitler... Hepsi elle yapılmış...

Alis Harikalar Diyarının Cuba versiyonu : Trinidad !

Şekerkamışı tarlalarının sahiplerininmiş bu evler... Zenginlik ve köleler...
Bu bölge sadece sömürge dönemi mimari izleri taşıyan evleriyle değil, şekerkamışı tarlalarında çalışan köleleri gözetlemek için yapılmış olan kuleleriylede ünlü...

Kulelerin manzarası harika diyorlar... Göremedik... :( Bu kulelerin en ünlüsü Torre de Manaca-Iznaga'ymış... Şehrin 15 km batısında, 44 metre yükseklikte ve 7 katlıymış...

Trinidad'ın 16 km. ötesinde Playa Ancon plajı plaj tutkunları için harika bir yermiş...

Tur yerine kendi imkanlarınızla gitmek her yeri görmek için daha doğru bir tercih olur... Keşke 1 gece konaklayabilseydik bu bölgede de, okuduğum ve yazdığım şeyleri deneyimleyebilseydim...

Rengarenk meyveli ezme tadında Trinidad... Capcanlı renkli evlerin pencerelerinde cam yok... Şahane ferforje korkulukların ardında ahşap panjurlar var sadece...

Öğlen yemeğimizde bir ailenin evine konuk olduk ve bu şahane evlerin içini görebilme fırsatı yakaladık...

Öğle yemeği mönümüz kızarmış tavuk veya balıktı... Yanında Cuba usulü pilav ve patatesten daha lezzetli haşlanmış şekerkamışı ve kızarmış muzdu...

Şahane evlerin içi nasıl sade şaşarsınız...
Ah biz Türk insancıkları nasıl ıvır-zıvır meraklısıyız... Sade ama işçilikleri harika (Türkiye'de hatta dünyada antika olarak dehşet fiyatlara satılabilecek) bambu koltuklar, duvarda ayna ve muhakkak burun kıvıracağımız bir televizyon...

Hepsi bu...

Bambu sandalyelerin bazıları salıncaklı sandalye... Nasıl rahatlar... Otur sallana salllana pencereden dışarı bak, huzuru yaşa...

Biz Türk insanının şöyle kaykılarak oturayım, yarı yatar vaziyette televizyonumu izleyeyim, naaazik popom yumuş yumuş mindere değsin olayı yok !!!

Eldekini korumuşlar, gıkları çıkmadan yaşamaya ve yaşatmaya devam ediyorlar...

Sade ve fonksiyonel o kadar !!!

Tuvaletlerini kullandığımızda hepimiz banyo malzemelerine üzüldük... Neredeyse 1 haftalık seyahate 100 tane ürünle gelmiş ben, dandik marka şampuan ve bitcik kadar kalmış sabunu görünce nasıl üzüldüm anlatamam.

Kendimi esefle kınayıp, Body Shop devamlı kullandığım Papaya serisini kaldırdığında elde kalan tüm ürünleri ben İstanbul'da ayrı İzmir'de de sevgilime ayrı toplattırdığım için kendimi şımarık ve kaprisli olarak adlettim.

Döndüğümden beri ürün almıyorum... Kokusuz sabunla yıkanıp vücuduma basit bir nemlendirici süremeyecek kadar padişah çocuğumuyum...

O kadınların güzel kokmaya, kremlenmeye hakkı yok mu... Ah keşke gelirken vermek için yanımda ürün getirseydim...

İstisnasız herkes sabun istiyordu çünkü... Devletin verdiği yeterli gelmiyor... Yeter mi... Bi düşünün kullanımlarınızı... :(

Giderken lütfen bol bol sabun ve kalem götürün...

Masal şehre geri dönersek, Huzur ve sukünetin hakim olduğu sokaklarda yürürken cigarcılar yanınıza gelip satış yapmaya çalışıyorlar...

Gruptaki delikanlılar bir eve cigar almak için dalınca bende araştırmacı gazeteci kimliğimle peşlerinden gittim...

O noooo... O anda polis gelse hepimizi içeri atardı !!!
Koca yemek masasının üstü kutu kutu puro doluydu...
Harika fotoğraflar çektim...
Evlere girip puro satış deneyimi yaşamanızı tavsiye ediyorum. Puro almasanız bile yaşamlarını görmeniz için harika fırsat...

Bizim çocuklar alışveriş yaparken elimde makinam ortalığa göz atarken duvardaki fotoğraflara takılıyorum...
Böyle birşey yok !!!
Evin kızı neredeyse çırılçıplak memesini ve kukusunu örten kırmızı bir kumaş parçasıyla fotoğrafçıya poz vermiş... Yanında da kızın düğün fotoğrafı gelinlikle !!!
Nassıııı yani oluyorum... Fotoğrafı çekmekle kalmıyor oğlanların alışverişini bölüp fotoğrafı gösteriyorum ve ister istemez geyike başlıyoruz...

Önce böyle poz verecen sonra evlenicen diye... ;))

Trinidad'ta muhteşem sanat galerileri var... Cuba sanatına bir kez daha hayran kalıyorsunuz... Alamasanız bile birbirinden harika tablolara bakın... Fotoğraflarını çekmenizde bir şey demiyorlar... Aslında taşıma problemi olmasa alın... Çok ucuza harika eserlerle duvarlarınızı donatmak harika olur...

Masalsı kentten eskiyi hayal ederek ayrılıyoruz... Zenginliğin-şaşanın olduğu, devrimden önceki zamanları düşünerek. Trinidad Fidel'e en az destek veren yer olmuş zamanında... Eee para babaları mallarından olmak isterler mi...

İster istemez eşitliğin aynı zamanda getirdiği yokluğu düşünüyorsunuz...
Andy'nin filminde ki bir sahne geliyor aklıma;

Yiğen geliyor ve amcasına çiftliğine el konulduğunu söylüyor ve amca olmaz diyor, babamdan beri bu toprakları ben işliyorum, kendi ellerimle bu hale getirdim... Amca üzüntüden kalp krizi geçiriyor ve ölüyor...

Kaç kuşaktır sizin olan bir yeri elinizden yitirmeniz kolay olmasa gerek...

Devrimin artıları ve eksileri aklımızda, masal şehrin renkleri gözlerimizde yola çıkıyoruz...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder