Etiketler

1 Mart 2012 Perşembe

Ildır...


Buralarda olup, mimar olup, enşııınt kent gezilmeden olmazdı...
Geçen seneden beri aklımdaydı... Annemle birlikte Şifne'ye kadar gitmiş ilerisini sonraya bırakmıştık...

4 eylül pazar günü Yeni Asır'ın Pazar ekinde ballandıra ballandıra Ildırı okuyunca kahvaltıdan sonra, bayramda teee Urla'ya gittik 16 km'lik yere gitmemek olmaz diiip atladık arabaya düştük yola...

Ildır'a arasıra denizle flört ettiğiniz, her iki yanı  site ve kooperatif evlerle dolu bir yoldan gidiyorsunuz... Yeşil-mavi, bet mimari, zeytin ağaçları, güzel mimari, düzgün yol-bozuk yol...
Yol boyunca huzuru ve keyifi yudumluyorsunuz...

Yüzü maviye dönük kızıl kent Ildırı adını Yunanca kırmızı anlamına gelen 'Erythros'tan alıyormuş... Toprağı kızılmış efem...

Nımıssız Yunanlılar çok ama çok güzel bir yere yerleşkelerini kurmuşlar... Elbet kalıntılar Efes'le kıyaslanamaz, 63-66 yıllarında kazı çalışmaları yapılmış ve M.Ö.3.yüzyılda yapıldığı sanılan antik tiyatro ve üşenmeyip çıkarsanız manzarasına hayran kalacağınız (ki aynı enfes hisleri Hasankeyf'te hissetmiştim bi tek) Athena Tapınağını göreceksiniz...

Gelir gelmez biz direk eski kente tırmandık. Çok tatlı bir amca sizi karşılıyor Erythros'un girişinde... Tonton mu tonton, yakışıklı mı yakışıklı emekli 70'lerinin sonlarında Hasan Yavuz amca İngilizce ve Türkçe gününüze keyif katıyor...

Bana dedemi çok hatırlattı. Dedemin aksanına benzer bir İngilizce konuşması var ki, neredeyse ağlayacaktım ! Dedemde onun gibi tuhaf bi aksanda İngilizce konuşurdu...

Onu Atatürk'e benzetiyorlarmış... Gerçekten kasketini bi çıkardı ki, kardeşi sanırsınız !!! Aynı kaş uzunluğu, aynı burun yapısı ve aynı maviş gözler !!! Ama boy kısa... :) Oyunculuk teklifleri gelmiş ona...

Sevgili annem Hasan amcayla emekliliğinden-çoluğundan-çoluğundan muhabbet ederken ben kentin içine daldım... Yunan Tiyatrosunun tüm özelliklerine sahip koyu-siyahımsı bir taşla inşa edilmiş tipik bi tiyatro... Restorasyon çalışmaları malesef yarım kalmış... Pek kayde değer görmediler her halde ayağa kaldırmayı...

Bu gezi sırasında fotoğraf makinem bozuldu, bozulmasaydı tüm çektiğim fotoğrafları koyacaktım buraya... :( Tiyatronun ortasında muhteşem bir ağaç vardı... Avatar'daki kutsal ağaca benzeyen !!! Gidip ellemeden, dokunamadan duramadım... Gel ne olursan ol gel der gibi sizi heybetiyle, güzelliğiyle, böylesine taş yığınının ortasında nasıl bir bereket var gel, gör dercesine sizi kendisine çeken... Belki kel alaka gelecek ama ilahi kudrete şükrettiren... Öyle böyle değil muazzam bir ağaçtı...

Annecikle Tiyatronun merdivenlerini tırmandık, ordan ormana daldık, ilk önce Romalılar döneminden kalma bir kilise çıktı karşımıza... Yarısı ayakta-yarısı yok... Onu geçip tırmanmaya devam ettikten sonra, o sıcakta, onca çalı-çırpı eziyetinden sonra artık pek bişey kalmamış olsada Athena bizi manzarasının mükemmelliğiyle ödüllendirdi...

Tüm fotoğraflar rakı beyazı !!! Çok ilginç taş duvarları vardı tapınağın ! Yanarım yanarım o fotoğraflara yanarım. :(

Nefis manzarayı seyredip kazasız belasız aşşağıya indik, Hasan amca bize badem ve kuru enginar çiçeği hediye etti... Geçen sene bir İtalyan kurumuş enginar çiçeklerinin hepsini ondan almışmış... Sebebini çözemedik ama vazoya koyup terasa çıkardığımda pek bi hoş durdular... :))

Eski kentten yerleşim bölgesine indik, dolandık... Kendi halinde bir mimarisi olan sakin bir kasaba... Biz izlemediğimizden bilmiyoruz meğersem bu kasaba 'Fatmagül'ün Suçu ne?'nin çekildiği yermiş... Yerli halk bize evi tarif edip duruyor... Biz anlatamadık bi türlü görsek nolcak-görmesek nolcak... :)))

Kasabanın içindeki Herakles Butik Otel çok şirin...

Ildırı küçük bir yerleşim... Kendi halinde tayni tayni bir sahil kasabası... Yerleşim bölgesinin karşısında yer alan 4 adacık bu yerleşkeyi kendi içinde özel kılıyor...


Kasabanın içini gezdikten sonra arabaya atlayıp, Ildır'ın hemen girişinde yer alan 4 yıldızlı Kaya Prestige Otel'e gittik.
 
Güzel inşa edilmiş... Gittiğimiz sırada öğlen yemeği saatiydi, şöyle bir açık büfeyi kolaçan ettik tatlarına bakmadık ama görsel olarak tatmin etti ve fikir verdi... 

Bu bölgede malesef sahil yok... Tepelik bir bölge üzerine kurulu ve denizi taşlı... Otel çok hoş bir sahil düzenlemesi yapmış, iskele kurmuş ancak illada sahil diyen müşterileri için 4 adadan bir tanesinde otele ait plaj oluşturmuş... Belirli saatlerde otelin iskelesinden adaya tekne kalkıyor...

Normalde dışardan kimseyi almıyorlar ancak, annemin ricası üzerine bizi aldılar... 10 dakikalık bir tekne yolculuğundan sonra adaya varıyorsunuz...

Keyifli... Sakin... Otel müşterilerini burdada aç-susuz, keyifsiz bırakmamak için tüm konforu sağlamış... Adadan Otele en son tekne 6'da kalkıyor. Rüzgar varsa sefer yapmıyorlarmış...

Dinginliğin tadını çıkardık... Balıklarla yüzdüm... Suyu Ilıca Plajına göre fazla tuzlu geldi bana... Eveet yine yuttum !!! Aaaa yutmazsam olmaz kiiii !!! ;pp ;))

3-5 arası orada kaldık. 5'teki tekneyle geri döndük... Ve bu bölgeye gelince illa yapılan şeyi yapmak için yola koyulduuuuk... Otelin biraz ilerisinde, Akay Garden Resort'un aşasında kalan Manzara Cafe'de gün batımını izledik efem. Lokması meşhurmuş buranın... Sakız'daki gibi yapıyorlar lokmayı... Ala ala... Ancak arılar rahat bırakmıyor, tikkat efem ! ;)

7.30'da günü batırdık, seneye Eylül yerine güneşin daha heybetli olduğu bir ayda gelmeliyiz diyerek evimize yola koyulduk...

Bence bu bölgedeyseniz, vaktinizde varsa gidip görülmeli... Sevgilinizle-kocanız-karınızla 1 güncük dahi huzurlu bir yer arıyorsanız gidip kalınmalı... Görmezseniz ölmezsiniz ama güzel bir gün batımı ve huzuru var... Gözden ırak-huzur için aladır efem... ;)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder