Etiketler

15 Aralık 2015 Salı

Dedenin ağacı... ;)

İstanbul'a en yakın yurt dışı kaçamağı komşu...
İpsala sınır kapısından geçtiniz miiii, 30 dkka sonra Aleksandropolis yani Dedeğaç!   

Öyle arabama atlayayım, gideyim demek pek kolay değil ama... Aslında kolay da, cep ve cepken bakımından, bürokratik olarak cıks! 

Adalarda Türk ehliyetini kabul eden komşu, ana kıta da uluslararası kurallar ve kanunlar diyor...

Turing'e gidip aşağı yukarı 500 gaymeye maaal olan 'international ehliyet' çıkarmanız gerek önce...

Ben yıllar evvel çıkarmıştım, 1 kere arabamla çıktım, yıllardır koskocaman defter boyutundaki ehliyet çekmecede duruyor... Uzatmaya Turing 200 lira istiyor! Heee oldu, komşunun ahtapotlarına değil sana bayılayım paraları??!!!

Hadi baydık diyelim, 'yeşil sigorta' denilen bişi var bide... O kaç gayme onu bilmiyorum, ondan da yaptırmanız şart! Geçmiş yıllar tecrübemden efem, Bulgaristan'da daha ucuzmuş o sigorta, Kapıkule'den çıkarken çok şahit oldum, millet o sigortayı Bulgar'da yaptırıyor... Yunan'da ucuz mudur bilmem...

Kıssadan hisse benzin hariç bi 500-1000 lira kafadan araba için harcama yapmanız şart! Eş-dost doluşup giderseniz artık bi türlü ortak hesap şeysi oluşturacaaanız... :))

Ay neee uğraşıcam bunlarla derseniiiiz, Ulusoy ve Kamil Koç komşuya gidiyor.

Ben hafta sonu memleketin akademisyen ve gazetecilerinden oluşan çılgın bi 50'lik gurupla Dedeağaç'a gittim. Çoğunluğun ailesi komşudan gelme... Benimkilerde öyle... Böyle olunca dede memleketinde bir hafta sonu keyfi yaşamaya gittik...

Kamil baba'nın Dedeağaç fiyatı gidiş dönüş 122 lira... 3 yıldızlı otel kahvaltı isterseniz 40 istemezseniz 35 avro... Cep ve cepken uygunsa, paşaportta da vize varsaaaa... Durduğunuz kabahat olm! 

Ben bugüne kadar Selanik, Kavala, Gümilcine ve adını şimdi hatırlamadığım bir sürü mübadil kasabasına hatta köyüne çok gittim ama ne hikmetse hep Dedeağaç tabelasının yanından geçtim gittim... 

Baktım giden var, durumumda uygun takıldım ağır uslu (!!!) abilerimin-ablalarımın peşineee...

Taksimden Esenler otogarına servisle gidiyorsunuz, Otobüsünüzü beklerken kahve olsun, tuvalet olsun dolanırken aaaay nasıl tarif edeyim bilemiyorum ki... Mimar olarak mimari terim bulamıyorum! Bi getto, bi bambaşka feci bir hayat! O tuvaletler, o kargaşa... İstanbul'a yakışıyor mu böyle bir yer? Dönüşte tuvalete giderken, biri beni boğazlayacak, soyguna uğrayacağım hissiyle, korkudan altıma kaçıracaktım!!! Kime nereye yazmalı, yazsak çözümü olur mu bilemiyorum... Otogara uğramadan bu seyahat yapılsa alaaa olur! Belki Ulusoy uğramıyodur? 

Her neyse efem yolculuk aşağı yukarı,6 saat sürüyor. Gümrükler de in-bin, paşaport göster, şanslı yolcuysan valizini aç vs... :) 

Freeshop'tan aldığımız Metaxalarımızı muavinin servis ettiği kahveye koymamız ve içmemizle hoop Dedeağaç'a geldik! Sınırdan bi kahve servisi ve içmesi mesafesinde yani...

Sahil kenti...
Sakin...
Aynı biz...
Komşunun bize yakın bölgelerinden pek başka bir ülkeye geldiğinizi anlamıyorsunuz zaten... Bi dil bi de para başka ülkede olduğunuzu hissettiriyor...

Liman kenti Alexi, Türkler için yeme-içme ve alışveriş cenneti... Türk kadınının bir türlü anlamadığım 'Zara' takıntısı burada da vuku buluyor! Memlekette Zara olmasa anlicam da, wallahi anlamıyor ben! Benim için Yunan'da alışveriş salam-peynir ve aşkım biram Mythos demek... Ama bacılar için 'Zara' !!!

Neyse efem, benim ağır başlı diye adlandırdığım gurubumla ana caddedeki otelimize yerleşir yerleşmez çil yavrusu gibi dağıldık kentin sokaklarına...

Şehrin simgesi feneri görüp, sahilde tur atıp bir meyhaneye çöküp cumayı başlatma kararı aldık alışverişe gitmeyenlerle :) 

Kent çok kolay, her yol Roma yerine fenere çıkıyor!
Sahil düzenlemesi çok başarılı değil. Sahilin büyük bir bölümünü liman ve demiryolu kesiyor... Limanı arkanıza bıraktığınızda sahil kenarında büyük bir yeşil alan ve oyun parkları var... Baharda ve yazın daha canlı ve keyifli olur. 

Şansımıza güneşli bir hafta sonu olduğu için uzun sahil parkurunda çok keyifli yürüyüşler yaptım. Bu arada fotoğraf çekme aşkına kumsala çekilmiş kayıklara doğru yürürken komşunun köpekleri tarafından feci kovalandım! Isırılmaktan kıl payı kurtuldum. Aman, biraz bekçi köpeği sorunu var... Kayıklarınızı mı çalacaktım üleeeyn! 2 instagram fotosu çektirmediler bana! :))

Kentte huzur hakim...
Korna çalan kimse yok...
Birbirine bağırarak konuşan kimse yok!!!
Öyle böyle değil, keyif veren ama huzursuz bir toplumdan geldiğiniz içinde sizi rahatsız eden bir huzur!!!
Laaayn 2 bağrışın yeaa!!! 

Klasik Yunan maması deniz ürünleri ve sahile çıkan ara sokakların arasında yer alan şişçiler  Dedeağacı yeme-içme konusunda çeşitli kılıyor!

İlk gece Alexis'in meyhanesine çöktük. İnternette araştırınca önünüze çıkan Türklerin gittiği Nisiotiko'ya hiç gitmedik! Çünküüü adam pahallıymış! Yanımda gide gele Dedeağaçlı olmuş insanlar varken elbet söz dinleyeceğim! Alexis'i tavsiye ederim amaaa sakın ev yapımı çiprosundan içmeyin! Özel kişilere özel servis diye sunduğu çipro içen herkesi duman etti!!! :)))

Klasik Yunan hayatı... Kahvaltının yap çık, sahide ki cafelerde saatlerce otur kahve keyfi yap, mayış, kalk dolan, bir mekana çök kafayı çek sonra git yat sonra yeniden... :) 

Şansımıza christmas pazarı kuruluydu... Ufaktan süslenmeye başlanmış ağaçlar, noel babalar... 
Çok uzaklara gitmeden ortam değiştirmenin keyfi, rahatlatıcılığı...
Yunandan daha çok Türk vardı ama :)
Yunan Trakyası çoktaaan bize geçmiş ama Yunan'ın haberi yok! :)))

Dedeağaç'ın keyfini tam çıkarabilmek için baharda veya yazın gelmenizi tavsiye ederim ancak, kar-kış demeden de bir soluklanma bir huzur, bir kafa boşaltma bir eşle-dostla eğlenme için ala bir yer...

Nefis ahtapotları, yeni keşfettiğim tabak yerine kağıtta servis edilen suvlakileri (şiş domuz veya dana), huzur, yeni yıl öncesindeki süslemeler, iyi ve güzel geldi...

Yunan'a gidince bol bol yiyiliyor ve içiliyor...
Yedik-içtik...
Şarj olmuş bir şekilde döndük...
Döndük ama sınırdan geçtikten sonra o İstanbul yolu bir türlü bitmiyor be anacııım! 
Bi girişimci sınırdan İstanbul'a bi heli servisi başlatsa ala olur valla! :)))
Ben Kavala'yı çok seviyorum... ama yolu uzak... Kavala'da Osmanlı'dan kalma kalenin kaygan taş zemininde düşmemle oluşmuş menüsküslü dizlerim oturarak çok uzun yola gelemiyor... 

O taraflara arabasıyla giden ve zırt-pırt mola vererek bacakları rahatlatacak birileri olursa arayın beni gelirim ;) 

30 Kasım 2015 Pazartesi

Malta

Erikçiiii geldiiii hanııım...
Ne eriği?
Malta eriğiii!!!
4 gün boyunca 43 olmam şerefine şövalyelerle aşk yaşamaya gittiğim Malta'da eriğin 'e'sini görmedim! Anladığım kadarıyla biz bi erik cinsine Malta adını vermişiz... Vermişiz ama bundan Maltalıların haberi yok!
Malta adı eski Yunca'da bal ülkesi anlamına geliyormuş...
Orta Akdeniz'in ortasında, bir sürü uygarlığa ev sahipliği yapmış, kültür zenginliğini çok güzel harmanlamış bal gibi bir ülke Malta!
Hoş 4 gün boyunca balını değil şaraplarını tatmış bir gezgin olarak Malta şarap gibi bir ülke!
Hadi kırmim eski Yunanlıları da Malta ballı şarap gibin bi ülke diyeyim! ;)

TK'nın tarifeli dolmuş tadındaki A320 leri ile uçuyorsunuz Malta'ya. Sevmiyorum 320-200leri ben... Kısa mesafeli uçuş nolacak yolcu tıkış-tepiş gitse mantığındalar galiba! 

Gün batımının kızıllığı eşliğinde bizden 1 saat gerideki Malta'ya saat 17.30 civarlarında indiğimizde Luqa'daki havalimanı bana 'Aaaa Kıprıs Ercan burası' dedirtti. Tabi Ercan'ın 90'lı yılardaki mimarisi... :)

Havalimanı, christmas yaklaştığı için  kırmızı yeni yıl çiçekleri, Poinsettialar ile süslenmişti... Koca yapraklı poinsettiaların eşliğinde pasaport kuyruğuna girdiğinizde kraldan çok kralcı bir ülke olduklarını anlıyorsunuz.

İngiltere'ye adım attığınızda bu kadar önlem yok! Bağımsız bir ülkede olsak da eski İngiliz sömürgesiyiz biz, onların düzeninin fazlasını yapmayı seviyoruz der gibiler! 

Parmak izli vizem olmasına rağmen iki eliminde parmak izi alınıyor... Kapıda suçlu muamelesi gören bir ben değilim... AB pasaportlu olmayanlar ve bilmem-kaç defa adaya giriş-çıkış yapmış olanlarda fark etmiyor hepsini fişliyorlar! 

Son yaşanan olaylardan mı diye soruyorum...  Yooo cevabı alıyorum. Hep böyleymiş... 

Akşam akşam adaya gelince ilk gün görülecek pek bir yer olmuyor tabi... Sahil kıyısındaki otele yol almadan önce gündüzü ayrı gecesi ayrı güzel olan balıkçı kasabası Marsaxlokk ilk durağımız oluyor...

Adanın uygarlık geçmişinde kimler kimler yokki... Fenikeliler, Kartacalılar, Romalılar, Araplar, Fransızlar, İngilizler ve ucundan acık Osmanlılar... 

Ilık Kasım akşamüstünde kızıllık karalığa dönerken, küçük balıkçı kasabası bize geçmiş kültürleri hala yaşattıklarını gösteriyor... 21.yyda Fenikeliler karşımızda! Denizden bize gülümsüyorlar... Nazardan koruduğuna inanılan, kayıkların burunlarına yaptıkları gözler, rengarenk kayıkları fotoğraflamaya doymadığınız bir sanat eserine çeviriyor...
Başınızı sahilden karaya çevirdiğinizde sarı Malta taşı binalarda Arap mimarisinin hala günümüzde de kullanılan cumbaları... 

Bulduğu bölgedeki bir çok ülkenin anısı, tadı usunuza düşüyor...
Fas, Portekiz, Endülüs, hatta meydandaki katedralle taaa kmlerce uzaktaki Cuba'nın bir meydanı...

Akşamüstü karanlığında parlayan çivit mavisi kayıklar arasında dolaşırken çıplak ayaklı bir balıkçı çıkıyor karşıma... Kasım ayında ılık bir akşamda çıplak ayaklı bir balıkçı... Uslu uslu sahile vuran, özlediğim iyot kokusuyla beni gülümseten Akdeniz, hafiften yanmaya başlamış sokak lambalarının tatlı ışığında daha bir sararan renkli cumbalı taş binalar...Ve ben o an Malta'ya tutuluyorum. Hissettirdiği duygular yeterli... Gündüz gözü ile adayı görmeme gerek yok! 

Bıraksalar kalırım, geceyi huzurlu bir keyifle Marsaxlokk'da geçiririm... Ama otele gidip yerleşme, akşam yemeği sırasında ve gece yarısından sonra da sürecek doğum günü etkinliklerime hazırlanmalıyım... 

Otel başkent Valletta'ya yaklaşık 1 saat mesafede bulunan St. George's Bay'de. 

Malta'da mesafeler harita üzerinde kısa gözükse de gerçekte öyle değil... Git git bitmiyor yollar! Toplu ulaşımla bir yere gidecekseniz önce başkente otobüsle gitmeniz gerekiyor! Ordan indi bindi... Aşağı yukarı bir yere gitmek için en az 2 saati göz önüne almanız lazım! Bir de şanslıysanız otobüste yer buluyorsunuz yoksa ayakta! Bu arada otobüs şoförleri de maşallah pek bi sevimli!!! Azarlamakta hiç bir mahsur görmüyor adamlar! Turist memleketidir, otobüsün çoğu turisttir adamın umru değil! Kimisi kendince kimisi toplu ulaşım kuralı olan bir sürü şey için azar çakıyor size! Kısa bir süre önce günlük otobüs bileti varmış ama kaldırmışlar... Biletiniz 2 saat geçerli... 4 gün boyunca cimriliğimiz tutup 1.50'lik otobüs biletimiz yanmasın diye az koşturmadık! İnsanoğlu böyledir... Şaraba ne kadar para verdiğine acımaz, bilete acır! :) 

Bilmeden etmeden, otelim barlar sokağının dibinde çıktı! 43'lük bir çıtır başka ne ister! Her gece disco disco partizanilik burnumun dibi! O lalaaa! Malta gece hayatı maşallah pek bi renkli... Gay clubından, soyunan bacılara kadar ne ararsanız var tayni adada! Ama gel gör nefis şarap keyiflerinden sonra içimizdeki geeeençliği ortaya çıkarıp bi sabaha kadar depişemedik gece kulüplerinde! Hep yarın akşamlara kaldı! :)) Şarap içip çok bangırdamayan müzikler eşliğinde dans edip durduk... :) 

Malta'da mevsimine göre keyif alacağınız yerler var.
Kasım günü yerli halk denize girip Akdeniz'in tadını çıkarırken biz onları hep şarap bardaklarının puslu görüntüsünden izlemeyi tercih ettik...

Adanın coğrafyası her yeri farklı tatta koylarla donatmış! Dünyada koysuz bir çok yer varsa sebebi Malta'dır bence! Girintiler, çıkıntılar, küçük körfezler, büyük koylar... Şöyle bir sahil şeridinde yürümeye kalkıyorsunuz neredeyse 2kmde bir farklı bir alemde buluyorsunuz kendinizi! Düz bir şeritte yürürken burnu dönüyor ve bir sürü tekne ile burun buruna geliyorsunuz! 

Her yer doğal marina! Ve ilginçtir  Malta tekneleri lüks olarak algılamadığınız bir yer! Çok doğal, hayatın parçası! Sıra sıra dizilmiş, direkleriyle ıslık çalan, bazılarının fiyatını bile telaffuz edemeyeceğiniz tekneler size sıradan kayıkçıklarmış gibi geliyor! Zengin bir hayat, akıl alamadığınız miktarlar var etrafınızda ama size öyle hissettirmiyor! Çeşme Marinaya luvisiz gelmeyen Türk bacım buralarda kendini bir tuhaf hisseder walla! Bacım seni Cannes'a doğru alak... Buralar sana göre diil... ;)

Endülüs'e gittiniz mi? Gitmediyseniz gidin... Hatta, Geçmişin de Arap izleri taşıyan ülkeler turu yapın... Mimar-Sanat Tarihçisi değilseniz belki mimarinin peşinden gezmek anlamsız gelebilir ama nerde o eski Araplar?, günümüzde illallah ettiklerimiz aynı soydan mıdır değil midir sorunsalını birlikte tartışmak istemekteyim... :)

Uzuuun yıllar Arap egemenliğinde kalmış olan Malta'nın bir tek mimarisinde Arap etkisi görmüyorsunuz... Dilinde de... Şehir ve mahalle girişlerinde sizi 'Merhba' karşılıyor... Hoşgeldiniz demekmiş efem... Maltaca çoğunluğu Arapça'dan etkilenmiş olsa da İtalyanca-Fransızca ve İngiliz sömürgesi olmasından dolayı İngilizce'nin karışımı bir dil... Adamlar gelip geçen tüm uygarlıkları harmanlamışlar işte! 

Libya en sevdikleri Arap komşularıymış... Libya'lı zenginler son zamanlarda sahil kıyılarına yapılan ultralüks yüksek katlı binalardan kat alıyorlarmış... Adada bulunan tek camiyi de rahmetli Kaddafi yaptırtmışmış! 

Kıssadan hisse, tayni ada tüm memleketlerin zenginlerini kendine çekiyor! Ev alamıyorsan, tekneni park ediyorsun şekerim! Benim gibiler de kapıda yediği damganın ve cebindeki avronun miktarına göre konaklayıp-yaşıyor işte! Her kesime uygun çözüm var! :) 

Tarih-doğa görülecek bir sürü yer!
Avrupa'nın dördüncü büyük kubbesine sahip olan Santa Maria Assunta Kilisesi mustların arasında. Malta'da 365 tane kilise varmış! Neredeyse her güne bir dini festival! Biz de olsa yobazın allahı oluruz! Rönesans geçirmiş din farklı oluyor! Neyse efendim, Kubbesinin büyüklüğünden çok, 2. Dünya savaşı sırasında ayinin ortasında kubbeyi delip kilisenin içine düşüp patlamayan bomba için geliniyor buraya daha çok!
Waaay patlamamış haa! Kutsal, çok kutsal yer burası vs... Gittik kutsandık... ;) 

Beni en etkileyen yerlerden biri eskiden başken olan Mdina oldu. Günümüzde de 2 girişi bulunan surlarla çevrili eski kentte 400 kişi yaşıyormuş... Şehir kapısından içeriye girmeden, eski şehri görmeden, surların çevresinde yapılmış kentsel düzenleme beni hayran bıraktı. Eski bir kentsel tasarımcı olarak, milletin sur etrafındaki yeşil ve oyun alanlarındaki yaşantısına bakıp bizim surların tecavüz ve adam öldürme yeri olması içimi pek bi sızlattı!!! 

Hatalı, yüksek yapılaşma, kalitesiz mimarlık örnekleri olsa da Malta için şehirciliği çözmüş ve doğru kullanıyorları üzülerek söylüyorum... Yani keşke biz de sömürgeciliği yaşasaymışız! Fas bile kaldırımları ile beni kıskançlığa sürüklemişti! Biz bu şehirciliği başaramayacağız maalesef! 

Neyse efendim Mdina aristokrat ve zengin ailelerin oturduğu, eski şehre oturanların haricinde araba ile girilemeyen, mimarisine hayran kaldığınız bir yer! Devasa kapılardaki devasa kapı tokmakları ev halkının zenginliğinin işaretiymiş! Her bir tokmak kafam kadar olan şehirde yaşı kaç olursa olsun varacağım bir zengin asilzade arayarak dolandım!Evlerin kapısını çalıp varmıdır evlenecek adam diye sormadığıma pişmanım! :ppp 

Heybetli sarı taş binalar, renkli cumbalar, değişik formlardaki büyük kapı tokmakları, sokaklarda şövalye zırhları... Kalın duvarların ardında, 21.yy kıyafetleri ve teknolojileri ile geçmişte, bir masalda... 

Oturup saatlerce çizim yapma arzusu uyandıran bir sürü detay... Fotoğraflamaktan yorgun düşeceğiniz taş ve ahşap işçiliği... Cumbalar bizim kafesli cumbalardan çok farklı... Küçük bir taş çıkıntının üzerine camekanlı bir balkon kondurmuşlar ve perde yerine ahşap panjurlar... 

Maltalılar hala perde kullanmıyorlar desem doğru olur... Dışarda bildik yatak çizgili panjurlar, camların arkasında içer de katlanır panjurlar... Araplardan kalma mahremiyet hala devam ediyor...

Panjuru açık bir pencere çok nadir görüyorsunuz... Yaz olsa sıcaktan dolayı diyeceğim ama Kasım'da? Sokaklarda da çok insan yok... Herkes işinde-evinde... Kıbrıs'da da öyledir... Ada psikolojisi, yüzyıllardır genlerle gelen korunma dürtüsü mü? Heeey korsanlar yada Osmanlılar yok artık açın şu panjurları da meraklı mimar bi evinizin içine kafa uzatsın! ;) 

Her bölgede yeniden bir hikaye yazabilirsiniz...
Osmanlılardan korunmak için şövalyelerin inşa ettiği, duvarlar, kaleler günümüzde masalsı bir sanat eseri...
Yani aslında Osmanlılara teşekkür etmeleri lazım, onlardan korkmasalardı böyle yapılar yapılmayacak, gezilecek görülecek yerler, efsaneler, hikayeler, biraz da tarih olmayacaktı...  ;) 

Rabat, daracık sokakları ve cumbalı evleri ile yine insanı olduğu zamandan başka bir zamana ışınlıyor... Kasım'da bulutlarla oynaşan güneş yerine Haziran güneşinin sarı taşları tatlı bir sarıya boyayacak halini merak ediyorsunuz... 

Malta bana yazımı da gel gör diyip duruyor... Akdeniz'in mavisini, taşların sarısını,  buuuz gibi blushlarımı içip serinleyerek deneyimle diyor... 

Ben mi çok kolay baştan çıkanım yoksa Malta'mı çıkaran... Sevdiğim bir çok şeyin bir arada olduğu yer olduğu için her ikisi de! :) 

Malta şövalyeleriyle ünlü bir ada... Neredeyse adım başı onlardan bir iz... Evet adamlardan taşlar kalmışta genlerinden günümüze gelen taaaaş gibi şövalye torunu adamlar? Aaaa napim düz Maltalıyı! Bizdeki gibi büyük dedem paşaymış diye böbürlenen tiplerin Maltalısı olmadıktan sonra! Büyük, büyük, büyük, büyük,.... dedesi şövalyeymiş! diye bi selfi çektirip eşi dostu sosyal medyalarda kıskandıramadıktan sonra! :ppppp 

Şövalye torunu bulamadım ey okuyucu! O yüzden romantik hikaye yok! Taş var, şehir var kale var! :))

Başkent Valetta hiç görmedim San Francisco'yu çağrıştırdı bana! Bence de hööödöö?! Okuyucu! Sarı taşlı, daracık sokaklı, Arap mimarili şehir ve yokuşlarıyla ünlü Amerikan kenti! Valetta'nın yerleşim planı birbirini kesen sokaklardan bizlerin ızgara planlı dediğimiz türden... Ama şehir yükseğe kurulmuş... Tepeden bir bakıyorsunuz yürümek yerine, yokuş aşşa kaymayı tercih edeceğiniz yokuşlar var... Eeee böyle olunca hayal gücü geniş gezginimiz San Francisco'ya benzetti şehri... Ucundan acık oraya gitmek içinde bi totem de yapmış olabilir... Gezginin canı nerde nereye gitmek ister belli olmaaaz! ;) 

Başkente surlarla çevrili... Şehir kapısından adım atar atmaz sizi yeni parlamento binası karşılıyor. Eski ve yeninin uyumu! Yüzyıllar öncesinin surları ve modern mimari... Çok başarılı bir geçiş yapılmış... Modern yapı farklı bir zamanın ürünü olsa da itici gelmiyor, gözünüz taş-cam ve metal malzemeli yapıyı kabulleniyor.

Başkentte görülmesi gereken mustlar, Aziz John Katedrali, Üstatlar Sarayı ve Barraka Gardens... 

Aziz John Katedralini şövalyeler yaptırmış... İçerideki işçilik muazzam ancak buraya herkes ünlü ressam Caravaggio'nun eserlerini görmeye geliyor. Ooo beybi... Sen gel küçücük adada resim ziyafeti yaşa! Eserlere bakıcam diye boynum tutuldu! Tamam süsleme için tavana-duvarlara koymuşsunuz da bizimkisi de boyun yahuu! Hemi de boyun fıtıklı boyun! Walla canım bi İtalya yapmak istedi... Uffizi mufizi... Günlerce galeri gezim, sanattan kusayım! 

Bak Yine ecdadımıza bi teşekkürü hak ediyoruz! Rodos'dan sürmeseymiş Osmanlı şövalyeleri nerdeeeeeeğ böyle eserler! :p 

Malta'ya bir daha gelmem için sebep olan ünlü Üstadlar Sarayı varkiii, bişey yazamıyorum! Dışardan görebildim sadece! İçiniz gezmeye gittiğim gün Prens Charles gelecek kapalıyık dediler!!! Şimdi bu noktada biraz daha tarih bilip, düzgünce araştırıp yazmak gerekir ama yapmadan yazıyorum, Şövalyelik bitince Masonluk başlamışmış... Kardeşlik toplantılarının en önemlileri bu sarayda yapılmaktaymış... Üst düzey bi Mason değilseniz siz de aynı benim gibi dışardan cicim... :p 

Bir festivalleri varmış, o gün Başbakanın odası bile halka açılıyormuş... Baba Masonların toplantı odası bile!!! O tarihi hatırlamıyorum... Yazmamışım bir yere de! O tarihi öğrenip başbakanın odası değil ama masonların toplantı odasında selfiye and içtim! :p 

Yani kader-kısmet olayını böyle gezginken sevmiyorum! Ulan Çarrls amca gelecekse ne olmuş yani... 2 kafayı uzatıp göreydik ya! 2. seyahatimin parasını Çars'a yazıp isticem! :p 

Ünlü Barraka Gardens ise hayal gücüm sebebiyetiyle beni hayal kırıklığına uğrattı! Ben bildiğin çiçek böcek bahçesi bekliyorum! Meğersem, 3 şehire karşıdan bakan bir tepe üstünde günde 2 defa 2. Dünya savaşı sırasında ölen askerlerin anısına top atılan bi parkçıkmış! Yani ben bahçe diyemiyorum sorry! Ancak Ana limana ve 3 şehre bakan seyir terası pek bi keyifli... Bu arada Malta'da parklara çiçek yerine kırmızı süs biberi ekiyorlar!!! Kırmızı-sarı biberler ve yeşil yapraklar çok hoş renk katıyor sarı adaya.

3 şehir Vittoriosa, Senglea ve Cospicua Osmanlıdan nasıl korkup duvar mühendisliğini ve tasarımını geliştirdiklerini gördüğünüz bir yer! Oha leeem harbiden korkunçmuyduk bu kadar! Şehre 3 alengirli kapıdan giriyorsunuz... Ola ki Osmanlı kapılardan birini geçerse S'ler ve zikzaklar çizerek geçmek zorunda kalacağı diğer 2 kapı turist olarak sizi eğlendiriyor ama eminim zamanında askerleri hiiiç eğlendirmemiştir! 

Ben bu 3 şehir bölgesine doyamadım... Daha çok vakit geçirmek isterdim... Tepeden şehre girip daracık yokuşlardan aşağıya indiğinizde sizi bir yat limanı karşılıyor ki, tüm sosyal medyalarım da fotoğrafı 'hayat Maltalıya güzel leeeem!' nidasıyla yayınlandı!

Walla geçmişte o gelmiş-bu gitmiş hiiiç ağlamasınlar! Tarih onlara harika bir gelecek sunmuş! Adamlar her kültürü sahiplenip korumayı bilmişler... Eskiye saygıları da var! Onca sur biz de olacak oooo o çoktaaaaan gece kondu yuvasıydı! 

Gıcıklar! Eski esere saygılı-şehirciliği- kentsel tasarımı bilen ada! Eee İngiliz sömürgesi olmak bazen her ülke için kötü olmuyor! ;) 

Malta'nın yazları olmazsa olmazı Gozo adası! Ve Gozo adasında yer yüzü hareketleri sonucu oluşmuş ünlü Azure Window. Yani mavi pencere. 

Sliema feribot iskelesinden Gozo'ya gidiliyor. Şansımıza Akdeniz'in dalga şovu yaptığı bir güne denk geldi gidişimiz... İlk başta çok korktuk hoplayıp zıplayacağız diye... Şöyle bi hafifçe beşik yaptı feribotu sonra keyifle 30 dk süren feribot yolculuğumuzun ne zaman başlayıp-bittiğini bile anlamadık... Yazın herkes deniz keyfi için geliyormuş Gozo'ya. Gozo'lular çalışmak için hergün Malta'ya gidiyorlarmış... Maltalı saymıyorlarmış kendilerini... Gozo'lular onlar... Peki... 

Hava yağmur kıyamet, Akdeniz dalgalarını savurup duruyor ama Azure Window'u görmeden fotoğraflamadan da olmaz! Islandık efem! Bir yandan yağmur bir yandan Akdeniz'in dalgaları... Tüm günü tuzlu ve ıslak geçirdik! Normal de dalgalarla oynamayı-ıslanmayı çok severim ancak Kasım ayında, üstünü değiştirmenin imkansız olduğu bir günde... Elbet bir nevi delilikti! Ama tek değildim! Dünyanın 4 bir yanından turistlerle Akdeniz'in tuzuna bulandık! :) 

Şirin balıkçı kasabası Xlendi'ye geçmeden, adak kilisesine uğruyoruz... Her adak, dilek oluyormuş... Kilise yönetimi liste hazırlamış! Dileğin neyse işaretleyip sepete atıyorsun papaz efendiler alıp okuyorlar... Eee elbet mumda yaktık, dilekleri de işaretledik hatta kendimiz de bir liste yazıp attık sepete! Bekliyoruz... Kısmetse olacak ve dileğimiz olduktan sonra şükre gideceğiz! :)

Xlendi kasabası pek bi şirin bir yer... Ama gel gör balıkları pahallı! Şöyle adam gibi kocaman bir balık 50 avro! Kıyamadık... Şaraba, ortaya mezeye, deniz mahsulü sıpagettiye paraları kıydık... Restoranın sahil kısmını döven dalgalar, rüzgardan uçuşan saçlar, kadehteki şirazın güzelliği... Kim dönecek Malta'ya şimdi! restoranın üstündeki otele geç, cam önüne çök, şarabına dalgalar eşlik etsin...

Olmadı... 
Olamadı... :)

Malta'da şaraba, denize, keyfe doyamıyorsunuz!
Yağmur yerini güneşe bırakırken duygularınız, keyfiniz, kadehiniz değişip değişip duruyor...

Dönmeden bir gün önce beni Malta'ya aşık eden ilk gün gece vakti gördüğümüz  Marsaxlokk balıkçı kasabasına gündüz gözüyle bir çıkartma yaptık...
2 otobüsle gittiğimiz, gelmek kadar dönmenin keyif vermeyeceği uzun yolumuza rağmen çok kötü baştan çıktık!

Masayı donatıp nefis Malta şaraplarıyla makul bir keyif yaptıktan sonra şöyle bir yürür döneriz diyorduk... Kahve keyfi için açan güneşle kendimizi dışarıya atmamızla bu güzelliğe kahve olmaz diyip yeniden şarap sipariş ettik... 
Güneş yine gitti, yağmur başladı, havaya inat  çivit mavi gözlü kayıklar ava giderken, müziksiz olmaz diyip akıllı telefonlarımızla opera ziyafeti eşliğinde şaraplarımızı yudumlamaya başladık... Hava soğudukça biz ısındık... Huzur, mutluluk, neşe... Geçmiş, şimdi... 
Gözlerimizde rengarenk kayık dolu koy, ellerimiz de kırmızı şarap kadehlerimiz, kulaklarımız da Puccini...

Portekiz, Endülüs, bir ara Mardin, Fas... Eski sömürgenin izleri... Trafik İngiliz usulü, kanunlar-düzenler... Küçük İngiltere...

Malta keyif veren, küçük gözükse de büyük bir ada...
İsteyene kumar keyfi bile sunuyor...
Gece hayatı ne istersen...
Yemek? Deniz ürünleri sevmiyorsan tavşanı nefis! Sebze yemekleri de varmış ama biz görmedik, tatmadık...

Ben çok sevdim Maltayı... Kıbrıs'ın daha gelişmişi diyeyim, gelmek isteyen ona göre versin kararını...

Akdeniz'de bir adada, güneş, yağmur ve gökkuşağı ile şarap keyfi yapmadan bir kış geçirmeyin...  ;)

Koşa koşa Kos! ;)

Elbet koşa koşa değil... Tekne ile... Yok tekne dince havalısından, özelinden gibi oldu... Bildiğin ferry! Feribot!

Bodrum'dan Kos'a Turgutreis ve Bodrum merkez limanlarından gidiyorsunuz... Daha önce 3 defa günübirlik Kos seferlerimin 2si Turgutreis'ten diğeri Bodrum'dan olmuştu... Turgutreis'ten daha yakın... Ama Bodrum limanından gidince daha bi liman liman, daha bi afilli... Güzelim ahşap teknelere bakıp bir gün çıkmayı hayal ettiğiniz 'Mavi Yolculuk' düşlerine dalarak...

Yaaaa hep söz veriyosun ama gitmiyoruz!!! Ne zaman bu güzelliklerle mavi yolculuk yapıcaaaz yeaaaaaa?!?! Diye sabah sabah cırlayarak 20 küsür senelik arkadaşımın sabah şekeri oluyorum!

Aaaa keyifli de olsam mutlu da olsam yalandan-şakacıktan olay çıkarıp hayatımıza renk katmayı-heyecanlandırmayı çok severim! Ozy Ozborn laf etmeeezzse olmaz! :))

Önce bi Kos'a gidelim... İnş mşl onu da yaparız diyor... Diyor ama 'laayn olm bununla bi başıma seyahate çıkmak pek akıl karı değilmi' bakışlarıyla! Yerim o korkmuş bakışlarııı! 1. raund hayata heyecan katma galibiyeti sevimliliğimle yolculuğumuz başlıyooor! :) 

Adaların hepsinde genellikle aynı sorun var; Merkezde gezecek görecek pek bi yer olmaması... İlla araba kiralayıp bir veya 2 gece konaklamalı bir program şart! 

Kos sevgili doktorlarımızın Hipokrat babalarının doğduğu yer olarak kabul görülen ve şans eseri merkezdeki antik kent kalıntılarıyla günü birlikte keyif veren bir ada... 

Limandan çıkar çıkmaz sizi bir Kauçuk ağacı karşılıyor ve rivayete göre Hipokrat amca o ağacın altında öğrencilerine ders veriyomuş! Son çalışmalarda ağacın Hipo amca kadar yaşlı olmadığı çıkmış ortaya ama ossuuun! Rivayetler her zaman bilimi yener!!! :)  Dakka bir gol bir ilk turist habiti ağacı fotolamak! Ben bu sefer fotolamayıp Hipokrat amcanın ruhuna seslenerek ağacın koca gövdesine dokunup şifa diliyorum... Hastalanmaktan koru beni Hipo'nun ağacııı!

Plan iç bölgeleri keşfetmek... Araba kiralayıp, valizleri bagaja attığımız gibi el-kol özgür dolanmak! 

Her ada aşağı-yukarı benzerlikler gösterir... Limandan çıkarsın gemicisi-uçakçısı-araba kiralayıcısı bi köşede seni bekler... Ama Kos'da öyle değil... Valizini çeke çeke turist kalabalığına ayrı bir renk ve nedense korku da veren Suriyelilerin arasına karışıp kentin içlerine girmen gerekiyor ! 

Bu arada Kos merkez de bisikletlere dikkat etmeniz gerekiyor... Kaldırımlar üzerinde onların yolları! Elimde valiz varken, kaldırım yayalarındır dayılanması yapmayı deniyorum aaaa o nee kendilerini Amsterdam'da sanıyolar! Kimsenin yol verdiği yok! Hep hayata ben mi heyecan katmak için muzurluk yapacağım! Bu sefer Kos'un bisikletlileri heyecan yaşatıyor!

Limanın karşısındaki cafelerin arkasındaki sokaklar biletçi-arabacı dolu... Merkezde park sorunu olduğundan arabanızı getirdiklerinde koştura koştura caddeye çıkmanız, zaten yoğun olan trafiği daha fazla yoğunlaştırmadan arabanıza atlamanız gerekiyor...

Aaay bu Kos çok zahmetli bi ada yeaaa!!!
Bugüne kadar adalarda çok araba kiraladım ama Kos'da ki deneyim ilk oldu! Koskoca 40'lık iki yetişkin araba nasıl kullanılır birifingi aldık! Motorculara dikkat etmemiz konusunda o kadar uyarıldık ki neredeyse korkup boşver abi yeaaa merkezde Bodrum'a baka baka takılalım diyecektim! 

Hiç bir adada adam gibi harita yoktur... Basit harita ile maceraya başlarsınız... Her şeyin  teknolojikleştiği şu günlerde google amcaya sormadan yol bulmak, yanlış sapağa girip macera yaşamak en sevdiğim şeyde yanımdaki Alman şirketinde çalışa çalışa programlı ötesi programlı olmuş kanki de de durum öylemi acep? Amaaan dilse diil... Tatile geldik! relaxlayacak! Türklüğün özüne dönecek! Ne öyle Alman Alman haller! 

Bu adam beni akşam olmadan Kos'un ıssız kumsallarına gömecek yeminlen! :p

Kos Türklerin yaşadığı bir ada... Ve nerden duyup uydurduysam da Zia köyünde yaşıyolar! Walla! :)))

Kankiyi direksiyona atıp sevimli basit haritayı elime alıp ilk durak Zia dedim... Dedim ama, milletin düzden gittiği yere biz tersten çıktık! Şirket yöneticisi adamın diline harita okumayı bilmeeez mimar olarak düştüm ya o kötü oldu! :))) 

Tersten mersten, çok güzel çamlık, kimselerin olmadığı dağ yollarından Bodrum'la flörtleşe flörtleşe Zia'ya geldiğimiz de manzara nefesimizi kesti dee, kanki de Türk köyü olmadığını öğrenince beni kesti! 

Aaaa ne şiddet yanlısı kanki bu yaaa!!! :p
Telefon çekse SOS vericem! :p

Türk köyünün aşağılarda olduğunu öğrenince nefis manzarayı içimize çekip bu sefer doğru yoldan Platani'ye doğru yola koyulduk...

Yol üstünde Asklepieion kalıntılarına da göz ucuyla baktık... Adam işletmeci, acıkmış, kadın saatlerdir yanlış yollarda onu gezdiriyo ve yüzünde mutlu bi gümsemeyle pek arkadaşına yaşattığı sıkıntılarda umrunda değilmiş gibi...  Taşı napiiim diyo doğal olarak! Taş ol emiiii?! :p 

Eski Hollanda Büyük elçimizin önerdiği Arab'ın Yerine dalıyoruz Platani'ye gelir gelmez...

Köşede, bahçe içinde yeşilliği bol serin ve keyifli bir yer... Aksanlı ve aksansız Türkçelerimiz kavuşuyor, sıcaktan su kaynatmış beyinler için önden bir Mythos söylüyor ardından Yunan usulü musakka söylüyoruz... Hani deniz ürünleri yiyecektik diyor...  yicez ama burası yeri değil... Ben seni götürücem... Nereye götüreceksem... Adanın içini çook biliyomuş bir edayla... anaaam bu benden kalamar yapacak walla! 

Karınlar doğuyor, Mythos kana karışıyor ve relaxlama başlıyor...
Haydi yola...
Kefalo's körfezine gitmece... Yol üstündeki plajlarda durmaca, körfez civarında kalacak yer bulmaca...

Ben genellikle adalara gittiğimde otel ayarlamıyorum... altında araban varsa beğendiğin yerde durup konaklamak daha cazip geliyo daaaa, şincik otel bulamazsak, Kıprıs'da öğrenciyken ilk arabam Fiyat Pandaydı aaaa ben onu özledim ondan kiralayalım diye kiralattırdığım tayni arabada yatmak zorunda kalırsak işte o zaman Kefalos körfezinden Bodrum'a kadar yüzmem gerekir ki oy oy! Ciğerlerim yetmez, açık denizde kaybolurum, köpek balıkları yer beni!!! 

Plajlara dik toprak yollardan ulaşıyorsunuz... Nasıl güzel... sade, basit... Tabi yanımda Bodrum sevdalısı bir Bodrumlu olunca her durduğumuz plajda Bodrum'a övgüler... Eeeef! Taaaam vatan güzel, Bodrum'da güzel deeee olm şuraya bak yaaaa... Bırak memleketi! 

Plaj yolları için bir jeep daha mantıklı olur... Ama elde Panda var... Önümüzde mororlar, atvler... Kiralama şirketinin neden çok uyardığı plaj yollarında ortaya çıkıyor... Genci yaşlısı kafası iyi... Atv denen şey ayıkken bile tehlikeliyken bu kafası güzellerin altında daha bi tehlikeli! Bütün seyahat boyunca aman önümüzde olmasınlar, aman arkamızda olmasınlar dedik durduk! 

Bir sürü biçe uğraya uğraya, kıymetli bedenlerimizi suyuna deydirecek biçi Kamari'de bulduk... Hem oteli hem biçi! Küçük bir sahil yerleşkesi... Boydan boya plaj... restoranlar, 2 katlı binalar... Sakinlik, huzur, güneş, ağustos böcekleri ve çılgınca baştan çıkarıcı mavilikte egeeee! 

Burda sadece kalmayalım, ev alıp yaşayalıııım!
Sen benden daha zenginsin, şimdi bi arsa bakalım ben çizim, inşa edelim sonra bekçin mekçin olim...
Yok ikna edemedim! Cimriii !!! :p

akşam üstüne doğru sonunda bedenlerimizi sere serpe kumuna-denizine attığımız Kamari'nin Agios Stefanos plajı öyle huzur ve üstsüz doluydu ki!!! Anaaaam bütün kadınlar açmış! Olm saat 10 yönü, saat 3... Adama cicik beğendiremedik! Eeee beni de en huysuzu bulmasa şaşarım... :))) 

Denizin mavisi, suyun sıcaklığı, balıklar, sakinlik, bir türlü beğendiremediğimiz üstsüz bacılar, Mythos'un buuuuz gibi serinliği... Ben bir nevi huzur ve mutluluk cennetindeyim! Sakız'ın bu kadar keyif veren plajları yok! Kos'u baya baya kıskanmaya ilk o an başladım! Ve kıskançlığım nefiiiiis deniz ürünleri servis eden restoranlarıyla tavan yaptı!!! Olm Sakız'ın yarısı bile olmayan ada gurme ada çıktı!!!!!

Hayatımda yediğim eeeeen leziz beybi kalamarları, böcekleri Kos'da yedim! Ve bilerek değil rastlantı eseri seçip gittiğimiz restoranlarda!!!!

Ulaaan Sakız neden nefis midye yapan yerin yok!!!!

Sahilin dibinde bir otelde kalınca her dakika sahilin tadını çıkartmadan duramıyor insan...
Hele şansımıza ilk gece yan komşu tavernada düğün yemeğine denk gelince, kanlarımızdaki çiproların bize verdiği samimiyetle komşuyuz biz, biz de bi yarım takalım dedik diyerek düğün eğlencesine katıldık kiiiii... Evlenenler bizim yaşlardaymış... Şansımıza çalan parçalar geeeençliğimizden çıkmasın mı ?! Yıllarca düşünsem aklıma gelmeyecek parçalarda kumsalda kayan bir kaç yıldızın altında  dans edip eğlenmek, düğün sahipleriyle ahbap olmak çok keyifliydi...

İlk defa gittiğim bir yerde gün doğumuna uyanmayı çok severim... Kargalar bile uyurken, o kadar alemden sonra nasıl cin gibi kalktığıma şaşarak sahile gittim... Benden başka kimsenin olmadığı kızıl karartı da bütün plaj boyunca yürüyerek günü doğurmak çok keyifliydi... O saatte denizde çok güzeldi de... popom yemedi... Ben ve hayal güçlerim... Tek başına pek bırakılmamamız gerekiyo... :)

Günü doğurup tekrar yatmış ben, hadiiiii gün kaçıyoooo uyan diye vurulan kapıya homurdanarak uyanarak 2. güne başladım! Ben günü çooktan yakaladım, kaçıran sensin, kahve de yok elinde... kahve içmeden sevimli olamam kiiii !!! 
Öyle bi bakış yedim kiiii...Ahaaa dün gece olmadı ama bu sabah doğrayacak beni! :)))

Bugün yol günü! Tepelere çıkıp arka tarafa doğru inicez... Söylenene göre Kochylari bay tarafı rüzgarlı olurmuş... Görüciiiz... Ama önce kahvaltı!
Kahvaltı ama adam tutturdu kahvaltıyı arka sahilde yapalım! Aç ve kahvesiz bi Ozy! O beni değil ben onu doğrayacağım haberi yok! 
Neyse uslu yol arkadaşı olim... Ne kadar uslu olabileceksem kahvesiz... 

Nefis manzara eşliğinde (huysuzluk yapmamamı manzaraya borçluyuz :p) Tepeleri aştık ve Ag. Theologos'a geldik... Tepede, kayaları döven egeye bakan bir restoran... İncin top oynuyor havasında... Yicek bir şey bulamicaz ve ben kankiyi yicem kemiklerini de kayalıklara savurucam herhalde derken servisin olduğu ortaya çıktı... Çaycı kanki çayına ben kahveme kavuştum... Nefis bir omlet ziyafetinden sonra kafalar çalışmaya başlayıp, etrafa alıcı gözle bakınca mekanın Kos'daki en güzel gün batımı izlenen yer olduğunu öğrenip 19.30 civarlarında gelmemiz gerektiği söylenerek yolumuza düştük...

Muhakkak Limnionas gidin diyorum!
Tanrııııım, yemek yapmıyorlar... mucize-aşk yapıyorlar!!!
Bir tarafı tayni bir koya diğer tarafı balıkçı barınağına bakan, açık deniz egenin ihtişamlı köpüklerini görerek hayatınızın en lezzetli deniz ürünlerini yediğiniz Limnionas cafe kaçmaz diyorum! Böylesine lezzetler yapan bir yer için cafe demek! Ooo mödyöö! 

Kos şarapçılıkla uğraşan bir ada... Mythosdan-çiprodan bir türlü fırsat bulup şaraplarını tadamadım... Masamızdaki nefis yemeklere rağmen sağımdaki solumdaki masalardaki şişelerden gözümü alamadım... Alamadım ama tadamadım da...

Adalarda restoranların en büyük eksikliği nefis yemeklerden sonra kestirecek yerlerinin olmaması! Koy şuraya hamak! Azcık uzanalım! Güneşin altında pişmiş tayni arabamızda yapmamız imkansız olduğundan kestirme keyfinden yoksun düştük yine yollara... Pek harita umrumuz olmadı bundan sonra... Her biiç yazısına daldık, çıkalım derken kaybolduk, tayni bir ağaç altına sığınmış keçileri sevdik, güzel gözlü eşeklerle selamlaştık, sarı kızların sütünü çalsak mı diye plan yaptık, arabayı toza buladık, girilmedik tayni yol bırakmadık, havalimanındaki tayni pırpır uçağa selam verip ne sevimli şeysin sen diye sevdik! Bir uçağı sevdik!!! 

Hadi ben mimarlar uçuk-kaçıktıra sığınırım da yönetici adam neye sığınacak! Onu da bozdum 2 günde! :)))

Mayoların hep altınızda olması gerekiyor... Beğendiğiniz yerde durup hoop cup deniz... 
Küçük bir ada olduğundan yol yapmaktan da yorulmuyorsunuz... ha tabi Panda'mı özledim diyip Panda kiralatıp direksiyonuna hiç geçmeme gibi bi terbiyesizlik yaptığımdan ben yorulmamış olabilirim yol yapmaktan da... Kankiyi bilmem... :)))

Gün batımı saatine kadar keşiftir-denizdir ile geçti gün... Vakit gelince gittik Ag. Theologas'a... Yanımda prof makinemi getirmediğim için pişmanlık duyduğum andır!

Kayalıklara çarpıp köpüren ege ve köpükler de yıkanan keçiler... Biraz ilerde tüm heybetiyle kıpkırmızı güneş... 
Titreye titreye  egeye doğru inerken kızıllık, keçilerin köpüklerle yaptığı dans... 
Rüzgar saçlarınızı savurup bedeninize tatlı bir ürperti verirken, karşınızdaki manzaranın güzelliğinden duyduğunuz mutluluk... Nedensiz bir sevinç ve bir sürü şeye şükretme arzusu hissettiğiniz  an...
Güneş egeye kavuştuğunda ortalığı saran kızıllık...
Kızıl karalıkta şerefe kaldırılan uzolar...
Veeee o güzel manzara kadar güzel olan enfes bebek karidesler...

Her güzelliğin bir sonu var!
Dönüş günü...
Aaay adam iş adamıymış... İşleri güçleri varmış! Gıccııık! Oysa Kos'un komşusu tayni adalara gidecektik haniiii...
Mukadderaaat!
Hızlı bir merkez turu...
Bu cami, bu antik kent...
Bi durup gezeydik...
Son gün taş gezeceğin tuttu senin deeee !!! Olm ben gitmeden bi kere daha altın vuruş yapmak istiyorum Nick The Fisherman'a gidicem! 
Azcık gezseydik...
Önce altın vuruşu yapalım gezdircem ben seni...

Nick The Fisherman, pazartesileri kapalı... Aklınızda bulunsun... Bebeğim, hep birlikte dua edelim avro düşsün!
Allahııım altın vuruş bundan daha iyi olmazdı!
Anlatmim şimdi... Gidin yiyin gari... :)

Kos merkez Suriyeli dolu... Güzelim sahilde rengarenk çadırlar... Bir yandan yüreğiniz cızlıyor ama diğer yandan o renkli çadırlarla bilmeden bir güzellikte yaratmışlar... Karışık hisler yaşıyorsunuz... Dandik botlar sahile bağlanmış... Ortada yatan-oturan bir sürü insan... Çok karıştığınız bir yer olmuş merkez...

Sözüm söz diyip antik kent turumu attırıp sevdiğim cafelerden birine götürüyorum kankiyi...
Önünde plaj vardır... Aura. 
Üstsüz kadın cenneti olmuş Kos! tam buuuuz gibi frappelerimizi içip gemiye binmeden 2 kadın kesecekken Türk abiler görüş alanımıza giriyor!!! Para ile görgü bir arada olsun yaaaa nolur yaaa!!! Kusucam yaaa!!!

Memleketimin güzel insanları frappe keyfimizi hızlıca yaptırtıyor bize...

Bodrumdaysanız Kos'a gidin. Ama araba kiralayıp içerdeki huzuru,bakirliği yaşamaya gidin... kafası güzel motorculara ayrı bi dikkat edin...

Sakız'ım büyük, mimari anlamda daha çok cezbedici yeri var desem de Kos gusto ada! Oy oooy... O lezzetleri yemek için senede bir Bodrum şart oldu artık! 

Ege az çapkın değildir... Yürekleri çalar...
Adalarının da kendinden geri kalır tarafı yok...
Gidin ege her şeyiyle çalsın yüreklerinizi... 


Ah ulaaan şimdi bi beybi karides olaydı... ;) 

12 Mayıs 2015 Salı

Bulgarya-Romenya-Bulagarya; Plovdiv :)

Rahat ol okuyucu Bulgaristan-Romanya seferinin son yazısı... :) 
Ülkeye giriş yapmak için tekrar Bulgaristan'a girmek gerekiyordu... 
Bu sefer Romanya'dan Bulgaristan'a gümrük kapısı bekleyişiyle güne başladık!

Yol yapmak güzel de şu sınır kapılarındaki eziyet yok muuuu?!

Bulgaristan ve Romanya arasında sınırı oluşturan Tunacığın üstündeki 'Dostluk' köprüsünden geçerek Rusçuk'a adım attık. 

Köprü güzel bir köprüydü... Arabayla geçiyo olsam durup fotoğraf molası verirdim...

Ruscuk'da Tuna üzerindeki önemli limanlardan. Ülkemizde olmayan nehir gemilerini hiç görmemişler için görebilecekleri bir yer.

Tuna'ya bir kere daha hayran kaldığınız bir nokta. Ne bereketli bir sudur abi! Beslemediği Avrupa ve Balkan ülkesi yok neredeyse! Atalarımız Tuna'ya sevdalıymış... Biz de ata yadigarı sevda besliyoruz amaaaaa Tuna'ya atılan pisliklerle kirletilen Karadeniz yüzünden sevdamız biraz buruk! 

Önümüz de çoook ama harbiden çook uzun bir yol var. Program Plevne sonra Plovdiv! 

Tarih derslerinden bildiğimiz Plevne savaşı için gidip göreceğiz Plevne'yi. Ancak oraya uğramak yolu feci uzatacak! Hem Bulgarlar'da tarihi değiştirmişler, savaşı onlar kazanmışlar gibi bir destan yazıp sergiliyorlarmış...

Dedik ki, ataların savaşları-başarıları candır ama İstanbul'a geç bir saatte dönecek bizlerin canı da candır!!! Hem gidip Bulgar'ın yalan zaferini görmek de acı verecek... Boş verelim, direkt gidelim Plovdiv'e yani Filibe'ye... Olmayan Filibe köftesini bulmak ve yemek için bolca zaman kalsın! ;)

Çoğunluk ok dedi! Öndeki öğretmen hanımların gurubundan 2 hatun, biz hocayız görücez dediler!!! Arka guruptaki tarih öğretmeni, ben tarihçiyken istemiyorken siz dedi?!

Nuh dediler peygamber demediler!
Şimdi yol yapmayı seviyorum... Gezme olsun, görme olsun no problema bana... Her iki fikre de uyarım... Evde ağlayanım yok, işte problem çıkaran patronum yok... Ama Plovdiv'de mimarlığa sevdalı bir rehberle dolanmak daha cazip geliyo!

Abooowwww!!! Otobüste öyle bir kargaşa çıktı kiii!!! Millet birbirini yiyecek!
Rehber, inisiyatif hakkımı kullanıcam dedi, direkt Plovdiv yapıyoruz! Ok ama bu seferde şoförler gprs'siz olduklarından yolu karıştırdılar! Yol uzadı mı!!!! 

Nefis ötesi bir ormanlıktan yol alıyoruz, alıyoruz ama araba da öyle bir negatif enerji var ki biz geçiyoruz arkamızdan yüzyıllık ağaçlar devriliyooo!!! (Devrilmedi canım bişiii raat) 

Kızılca kıyametler eşliğinde Plovdiv'e geldiğimiz de buluşma saatini öğrenip guruptan sıvıştım! Yok bebeğim, o negatif yolcularla rehber mimarlık  sevdalısı olsa da ben almim!

İyiki de almamışım... Eski şehirde dolanırken arkadaşlarımı gördüm! Dünya küçük geyiğiyle keyifim keyif oldu! 

Plovdiv çok güzel bir kent. Gidip görmenizi tavsiye ediyorum. Açık hava müzesi kent. Meriç'in ikiye ayırdığı kent, Antik dönem ve Osmanlı dönemi mimarisiyle sizi dönemden döneme taşıyor... 

Tepedeki Antik tiyatroya, Osmanlı konaklarının olduğu bölgeye muhakkak çıkın. 

Kente tepeden, tiyatronun üstünden bakarak kahvenizi yudumlayın...

Kumar severler için Bulgaristan'ın cennet bir kenti... Haaa kumarhanede zorunlu kıyafet atlet eşofman bu arada!!! :))) Bulgarlar kadar eşofman sever bir millet görmedim ben! :)))

Arkadaşlarımla kahve keyfi yaptıktan sonra, ev yapımı şaraplarına ve domuzcuklarına vurgun olduğum Dayna'ya gidiyorum. Rama'da otelinin çaprazındaki şube. 

Çok sevdiğim dostumun dedesi, eskideeeeen Filibe'nin ağasıymış! Gelip Bursa'ya yerleşmiş ve sonra Bursa'nın Şerif Ağası olmuş! 

Filibe yani Plovdiv bir anlamda benim dostların! :))) Dostlarım dünyayı dolanmış bi buraya gelmemiş!!! Benim sayemde büyük dedelerinin toprağını gezip görüyolar! :)))

Ne hikayeler var... Dedelerinden dinlediler mi acaba? 

Her neyse efem, ilk defa 2014'ün eylül ayında geldiğim ve sevdiğim Plovdiv'de yolu şaşırıp uzatan şöööförlerimiz yüzünden ve gümrük kapısının kalabalık olma ihtimali yüzünden 2 saatçik kalabildik! 

Herkescikler zamanında otobüse geldi, Plevne diye tutturan 2 öğretmen hanım gelmedi!!! Yarım saat onları beklemek zorunda kaldık!

Vakit az diye boğazıma dizilen, domuz sucukları, nefis kuzu şiş ve ev yapımı kırmızı şarap keyfimden bir şey anlamadığıma içimden yanarken millette sesli sesli söylenip duruyordu...

Hatunlar gelip özür dilemek yerine rehbere ayrı bizlere ayrı hakaretlerde bulununca Balkanlar'ın en eğlenceli turu biz olduk!

Senmisin millete çingen çingen diyen! Al sana çingenin alası!!! :)))

Stresli bir yolculukla Kapıkuleye geldiğimizde saat 12'ydi. İstanbul'a varmamız 2. Hatunlar hala daha Plevne Plevne diye söyleniyordu...

Görmediğim toprakları görmek, çocukluk anılarımı tazelemek, sevdiğim yerde yeniden keyif yapmak, mimarlığa sevdalı fotoğrafçı bir rehber tanımak güzeldi. 

Bir daha bilmediğim, internet üzerinden satış yapan bir turla bir yere gidermiyim sorusuna cevabım, son çare o ise olur! 

Yazmayı sever ben güzel hikayeler biriktirdim...
İnsanları seyahatte tanırmışsın...Tanıdık efem, tanıdık... 
Öğrencisi olmayan koca insanlara 'öğrencisiymiş' gibi davranıp, sınıftaki saygıyı bekleyen öğretmenleri tanıdık! 

Çileden çıkıp ben sizin öğrenciniz değilim diye bağıran bey gezinin sonunda bu gezinin sloganı çıkardı!

Ben senin öğrencin diliiiiim tamam mııııı bana bağıramazsıın!!!
Öbür blogta öğrencin değilim başlıklı yazılar bir ara yazılacak... :) 

Gördüklerimden, yediklerimden, içtiklerimden dolayı gülümsemesi bol ancak yolcularından ötürü stresli bir yolculuktu...

Balkanları seviyorum...
Bu kadar yakın olmasını, ha diyince gidebilmeyi, nefis lezzetlerle verdiği keyifi...

Ünlü Bulgar sözüyle bitireyim yazıyı; Hayde haydeeeee başka bi gezginlik yazısında görüşmek üzereee haydeeeeee! ;) 

Romen diyarından selam getirmişem; Romanya macerası!

Ey okuyucu macera bitmedi... Uuup uzun en az 3 yazı çıkarmazsam, blog aleminin en ilginç gezi yazıcısı olamam! Sıkılmadan okuman için elimden geleni de yapıyorum biliyosun... :pp ;))

Bulgaristan-Romanya macerasında 2. gün. Program; Köstence, Mamaia beach ve Bükreş! 
Baya uzun bir yol var... Olsun yol yapmayı seviyorum ama oturma yerini tur verdiği için ex futbolcu benim için hiiç uygun olmayan orta kapının oradaki masalı koltuk yerim! Ayaklarımı uzatamamak dizlerime işkence yapıyor... :( 

Nasıl geçecek onca km diyerekten ses seviyelerini azaltmadan konuşan 2. gurup eğitimcilerle komşu olduğum yolculuğumuz başlıyor...

Sayelerinde hiiiç sıkılmadan Bulgaristan-Romanya sınır kapısına geliyoruz. Pasaportlarımız toplanıyor ve 1 saate yakın işlemlerin yapılmasını bekliyoruz. Kahve içecek yer yok ama freeshopları var! Türk milletim alışveriş çılgınlığı ile içeri dalıyor ve fiyatların yüksek olduğunu görünce kös kös çıkıyor... :))

Romanya'ya gidiyor olmaktan dolayı çok heyecanlıyım. Biraz babam babamım... Hatırlayabildiğim kadarıyla anılarımız sabahtan beri usumda dans ediyor... 

Ankara'da yaşıyorduk o zamanlar. 3.5 yaşındayım. Romanya sahillerinde tatil yapmak pek bi 'in' o zamanlarda... Ailecek geliyoruz. Romen hatunlar keltoş babamı pek bi çekici buluyorlar... Otelin çalışanları durmadan gelip babamı öpüyorlar!!!! 

Hiç unutmadığım bir sahne vardır, garson hatun yemek servisini bırakıp babamın başını öpmüştü!!! Anneme hiç kıskanmadın mı diye sorduğumda yooo demişti! :))) Keltoş mimar bey bek bi cazip gelmişti Romen bacılaraaaa!!! Abboooowwwww!!! 

İçim biraz buruk, yıllar sonra en güzel anılarımın olduğu yere gitmek ruh dünyamı biraz karıştırmış durumda... Tokansan ağlayacağım! Allahtan kimseyle iletişim kurmadan yolculuk yapıyorum da kimse yanlışlıkla su bile istemiyor benden!!! :ppp

Abeee bu çingenler bile AB'de be yaw! düşüncelerimle yol alıyoruz Romanya'da. Osmanlı pek buraya yatırım yapmamış... Adam tayin edip yönetmiş... Osmanlı'dan pek bişi yok yani... 

İlk durağımız Karadeniz'in en önemli limanlarından olan Köstence oluyor. Tuna'dan gelen gemilerin yükleri Köstence limanından dünyaya dağılıyor... Ben ki liman şehrinde büyüdüm, Köstence limansa bizimkisi kayıkçı barınağı!!! Şehre girdik liman başladı, şehirden çıktık liman bitmedi abi!!! :))) 

Köstence'de ihtiyaç molası ve para bozdurmak için duruyoruz. Asıl durağımız ünlü Mamaia plajı olacak. Sanki babam beni orada bekliyormuş gibi içim kıpır kıpır... Bir an önce gidelim istiyorum... Ama bir yandan da ruh dünyamın karışıklığı yüzünden gitmeye tırsıyorum... :) 

Paralar bozduruldu, çişler edildi ve Almanların ünlü simidi Brezel'e benzeyen simitlerden alındı. Tadı aynı değil görüntü aynıydı. Bir yere gidiyorsanız güzel olsa da olmasa da yerel ürünlerini denemelisiniz... Sevgili turumun kadınları başladı dırdıra! Aay tadı ne biçimmiş diye!!! Ben mi dedim peşimden gelin de aldığımı alın diye!!! 

Türk milletinde var böyle bi sürü psikolojisi! Uzaktan beni kesip, bişiler alırken damlıyolardı yanıma!!! Ne yiyosam, ne içiyosam nasıl, güzel mi vs. gibi soru yağmuruna tutuyolar... Nerden bilim senin ağzının tadını!!! :))) 

Neyse efem, yüreğim pır pır bir yanı lagün diğer yanı plaj olan ünlü Mamaia sahiline geldiğimizde hoca gurubundan bir kaç hatun arıza çıkarmaya başladı. 'Köstence'de az kalmışız! Burda ne işimiz varmış! Alışveriş yapacakmış'!!! Eeeen sinir olduğum şey gezerken alışveriş derdi!!! Almam gereken çok mühim bir şey yoksa alışveriş benim için en son şeydir! İlk defa geldiğin ülkeyi gezip görmek varken, dükkan dükkan dolaşmak neeee?!?! 

Neyse efem, rehberimizin buluşma saati vs uyarılarını dinlemeden atıyorum kendimi otobüsten dışarıya! 

Benim Mamaiam yok! Her yer otel, otel, ev! Yıllar önce şirin kiki-carların dolandığı yollarda şimdilerde ulaşım teleferikle sağlanıyor! Abbooooww!!! Gelişime-değişime bak sen!!!

Koştura koştura sahile çıkıyorum!
Olm bu nasıl kumsal yaaaaa!!! Bembeyaaaaaz!!! Ve Uçsuz bucaksız!!! Bizim Karadeniz'in kumsalı adını aldığı deniz gibi siyah kumludur! Burası okyanus kıyısı tadında!!! 

Amma derin sahil şeridi! Koş koş denize varamıyorum bi türlü!
3.5 yaşındaki Ozy'nin üstsüz pozlar verip, ilk Alman sevgilisini yaptığı plajdayım!
Yine üstsüz pozlar versem, yine bi Alaman yar yaparmıyım acaba? :ppp :)))) 

Kumsala çöküp oturuyorum... Gözlerimde yaşlar birikiyor ama yüzümde koskocaman bir gülümseme!

Babam erkenden ölmeseydi yaşayacağımız hayat, o tarifi zor özlenen 'tamlık' duygusu... 

Cıks! Ağlamak yok! Kalk ve keyif yap!
Bata çıka bir cafeye gidiyorum... Ooooo Romen gençlik süper! Plaj üstüne kurulmuş disco çadırlarda 'disco disco partizani' modundalar!
Olm ne güzel bir yer burası! Tur gitsin, sırtımdaki kaplumbamı koyayım bi yere ve bende kopim Romen gençleriyle!
Süper bi cumartesi! 
Bilmediğimiz, görmediğimiz topraklarda kutlanan hafta sonları...

Buz gibi beyaz şarabımı babamın şerefine kaldırıyorum, müzikle tempo tutarken...
Gitmeseydin beaaa... Yarım-eksik-hafif arızalı-aidiyetsiz olmazdım o zaman... Ama kader-kısmet buymuş derken, hobaaaa gidiyoruz diye çığırtılar duydum!  Neeea bu kadarcık mı? Daha 2 yudumcuk içtim şarabımdan! Önce arabeske bağlayıp sonra normale dönecektim ben yaaa!!! 

Böööööğ!!!
Babacım şerefine diyip, kocamaaan bardakta getirdikleri beyaz şarabı fondip yapıyorum!

Tadı damağımda kalmış, ruhumun çalkantıları sakinleşememiş, hiç bir şey anlamadığım Mamaia sahilinden ayrılırken başım otobüsün penceresine dayalı 'öpüjeeem ben seni mammamiaaaaa' modunda, anamı da alıp gelmeli, ana-kız önce bi arabeske bağlayıp sonra çokta fifimizdi moduna girip güzelim sahilde eğlenmeliyiz diye düşünürken Bükreş'e doğru yola koyulduk...

Bükreş! Çocukluğumun liderlerinden Çavuşesku amcanın şehri! Sosyalist dönemin en en anıtsal yapılarının bulunduğu şehir! Bi mimar ve gezgin olarak görülmesi gereken... 

Şehre girerken bizleri karşılayan Sosyalist dönem mimarisi meslekten tiksindirici boyutta! Tamam maksat konut yapmakta bunlar... Ayyy bakamayacağım wallahi billahi!!! 

Şehre akşam üstü yağmurdan sonra vardık. Sosyalist romantizmi diye bir şey varsa durum o! :)))

Heybetli, çirkin binalar, yağmurun ıslaklığı, hafif ısıran bir hava... 
Sarı ve kara!
Bükreş'i tanımla deseler sarı ve kara derim.
Sosyalist binaların sarısı ve yağmurdan sonraki akşam üstünün karası...

Rehberimizin eşliğinde (bu sefer uslu oldum sıvışmadım :)) )eski şehri gezintiye çıktık. Küçük bir adacık... Sosyalizmin girmediği bir ada! Binalar güzel ama cıks! Bükreş beni tavlamayı başaramadı! Sadece ünlü Kazıklı Voyvoda'nın heykeli ucundan acık etkiledi beni! :) Yakışıklıymışsın be panpaaa şeklinde ilgimi çekip sosyal medyalarımda geyikler çevirmemi sağladı ve en çok talep gören fotom oldu! :)))  

Saatlerdir yolda olmak, beni etkileyememek, açlık ve alkolsüzlük gotik sever bir mimar olarak beni Caru'cu bere'ye yollandırdı. Tavsiye ediyorum efem, gidin! Yemek yemeseniz de mimarisini görmek için gidin!!!  1800'lerde kurulmuş restoran hem mimarisi ile hem de lezzetleriyle memnun kalacağınız bir yer!

Annem Romenlerin elma şarapları güzel demişti... Mönü de gördüğüm meyveli likörlerinden önce tadayım dedim... Allahım bu ne yahu? Kocman bardakta taynicik bir şey geliyor ve ilk yudumla sizi alıp götürüyor! Ben ilk yudumda meyvecik likörlerinin kafasını sevdim! Tamamdır dedim bu günün ruh haline bu işte!!! 

Likörüm bitmeden yerel biralarından ve ev yapımı domuzcuk sosislerinden söyledim. Nefisti!

Burda bi uyarı yapmak istiyorum, Bulgaristan ve Romanya'da yemeğin yanına istediğiniz maydanozcuk bile parayla! Turdan bir kaç kişi kalkanlarının yanına soğan isteyip de parasını aldılar diye baya bi şaşırıp söylendilerdi... Yancı her şey paralı panpaaa!!! :))) Ona göre! :) 

Karnımı ala bir keyifle doyurduktan sonra ünlü sarayı fotoğraflamak için 3 kmlik bir yol kat ettim. Anaaam kadraja sığmadı bina!!! Fotoğrafını çekicem diye çamurlara mı girmedim, çiçekleri mi ezmedim!!! :))) 

Bu arada eski kent merkezinden saraya giden yolda bir şehircilik var kiiiiii, yine bi biz öğrenemedik şu işleri diye baya bi söylendim!!! Her iki tarafında yeşillikler, yürüyüş ve bisiklet yolları olan geniş bulvar heybetli ötesi saraya açılıyor! 

Tabi insan çingen yeaaa dediklerinin bir şeyleri başardığını görünce üzülüyor... Ve bu üzüntü en iyi bir Irish Pub'da çıkar diyor... :))) Uuuuw beybiii !!! Bira sever kadınım mukadderaaat !!! :) Otele gidiş saatine kadar ayriş ayriş keyif yapıyorum...

Otel teeee bilmem nerede! 
Daha önce Bükreş'e gelmiş eş-dost gece kulübü adresi yollayıp duruyolar! Duruyolar da imkan yok gitmeye! 

Başka bir zamana kısmet diyerekten otele yollanma vaktinde ayaklanıyorum pubımdan...

Rehberimiz, Kafka vari bir tat bulduğunu söyledi Bükreş'te... Düşününce evet... Ama ben sarı-kara ve ıslaklık haricinde pek bir şey diyemeyeceğim.

Heybetli ötesi sosyalist binaları görmek güzeldi...
Şehirden ayrılırken ki yorumum, CNNworld weather channel report'tan bir başken gördüm şeklinde oldu...

Böylesine yoğun bir programla değil, daha sakin bir programla şehri ve Romanya'yı görmek hoş olabilir... Gördüm tıkını atıyorum ama yarım atıyorum...

Mamaia beach'i adam gibi görmek, lagün tarafında da dolaşmak gerekiyor...
Bükreş'te gece kulüplerinde belki Çavuşesku amcanın hayaletiyle dans etme şansı vs... 

Bir ara Romanya yeniden diyorum... ;)