Etiketler

15 Ekim 2014 Çarşamba

Essaouira

Essaouira Fas'ın süprizlerle dolu bir ülke olduğunun kanıtı!
Yüzyıllardır bu topraklar üzerinde yaşamış uygarlıkların nefis bir melezi...

Okyanus severmisiniz bilmem... Ben severim... Kendisiyle 19 yaşımda İngiltere'de tanıştığım günden beri pek bi sever, cazibesine kapılırım giderim... Gel-git keyfi, gel-git yüzünden icat edilenler yapılanlar vs... Du yaw bi ara bu konuda yazim ben :) Neyse konumuza dönelim; 

Okyanus kenarı eski bir Portekiz kenti, Afrika'da, müslüman bi ülkede... Ekiiistıra tur olsada gidilip görülmesi gereken diip avrolarıma kıydığım iyikide kıydığım bir kent Esaouira!

Berberi lehçesinde güzel tasarlanmış kent anlamına gelen, adını bu kadar hak eden başka bir kent olamaz bence... Şu Berberiler 'genius loci' olayını iyi çözmüşler sanırsam... Bi Berberi ile oturup sohbet etme imkanım olmadı... Olmasını isterdim... Neyse konuya dönim... (anlaşılan bu yazıyı yazarken konuyu çook dağıtıcam, yazar uyarsın geniş zamanda okuyun bari bu yazıyı) 

Neredeyse kenti ele geçirmeyen kalmamış... Eeee su kenarı, ticaret yolu üzeri... Kaçırır mı millet! Kartacalılar, hiç bi yerden eksik kalmayan Romalılar, Berberiler derkeeen 1740 yılında Portekizliler gelmişler... 

Ve kent nefis bir melez güzeli olmuş sayelerinde... Ne Arap, ne Portekiz... Tam yerine uygun, yerine has tüm uygarlıkların izlerinin olduğu sizi gülümseten, bi yaz inşallah bi gün para biriktirirsem bi okyanus tatili için buraya geleyim dediğiniz bi yer olmuş...

Walla dünyayı keşfetmek için geç kalmışım... Anam keşke erken doğursaymış beni bi Santorini'de bir de burada yıllar önce gelip 'bakir' halini görmek harika olurmuş dedim!

Ünlüler ben daha portakal bile değilken burayı keşfetmişler, tadını sürmüşler... Şimdilerde hepimizin elinde akıllı telefonlar ve herbirimiz bir paparazi olduğumuzdan eski huzurlu-kaçış-kimse bizi burda tanımaz-bilmez hali kalmamış... Ben ünlü olsam gitmem mesela! :p 

Fas'ın Avrupa ile bağlantısını sağlayan bu tayni şirin kente limandan giriş yapıyoruz. Sol yanımızda beyaz köpüklerini sevinçle üstümüze fışkırtan Atlas Okyanusu eşliğinde bizleri okyanusa açılıp balık tuttukları mavi kayıkları karşılıyor. Onlara tam olarak kayık denemez... Kayığın irisi diyelim... :) Kobalt mavisi, suyun içinde, dışarda yüzlerce kayık irisi... Nasıl nefis bir manzara... Turla gelmemiş olsam bir günümü liman girişinde geçirir güneşe göre her saat yüzlerce fotoğraflarını çekerdim! 

Kobaltın baştan çıkarıcılığından gözlerimi ayırdığımda, eski bir tanıdık göz kırpıyor... Lizbon'u bilirmisiniz? Bilirseniz şirin Belem Kalesini de bilirsiniz... Hıh Portekiz mimarisinin tipik izlerini taşıyan Essaouira surları ve uzakta okyanusun neşeyle duvarlarını dövdüğü kale! 

Bir anda canım yeniden Portekiz'e gitmek istiyor. Ben Portekiz'i çok sevmiştim. Bu arada Blogta Portekiz yazımı bulamadım. Zannedersem bir ara bloglar kapandığında uçan yazılarımdan olmuş çok üzüldüm :( 

Solunuzda beyaz köpükler, şansımıza güneşli ama esen ısıran demicem hafif hafif donduran bir hava eşliğinde kaleye doğru yola koyuluyoruz.

Öyle şirin bir yerki! Beyaz köpükler, beyaz binalar, Portekiz ve Arap-Endülüs izleri... Bir mimar olarak en sevdiğiniz oyun bahçesindesiniz!

Fotoğraflamaya doyamıyorum! Bir duvar kenarına çöküp saatlerce sketch yapmak istiyorum!
Ben daracık yolları süprizli avlulara açılan bu kentte bir oda tutup yaşamak istiyorum!
Biraz pis sokaklar...
Müslümanlık ve temizlik, dinin şartlarından olsa da başaramadığımız bir şey...

Nereye çıktığını bilmediğim labirent sokaklarında duvarları elleye elleye dolanmak, kaybolmak istiyorum...
Ama vakit sınırlı... Yapmak istediğim bir kaç şey var... Sokaklarında dolanmak, nefis deniz ürünlerinden yemek, cafelerinden birinde oturmak veeee Okyanusa gitmek! 

Ama nedense turdaki diğer yalnız kadınlar tarafından pek bi çekim alanıyım...
Hepsi bir kere bana yanaşıyor birlikte dolaşalım diyor...
Ben arıza gezginim! Kimsenin ayağına uyamam! Hiper bişeyim gezginken... İlgi alanımı-vaktimi bölecek şeylere tahammülüm yok! Ama adım yabaniye çıkmasın diye uslu kız rolüne bürünüyor, yalnızlardan bir tanesine izin veriyorum... :)

Beraber dolaşmanın tek iyi tarafı fotoğraf çektirtecek birinin olması o kadar! Boydan-postan bi kaç fotoğrafımı çektirdikten sonra içimdeki huysuz kadın hadi ayrıl şundan tek başına dolan demeye başlıyor... :) Ama içimdeki huysuz haklı, her dükkana girip terlik bakmaya başlayınca bana geliyorlar! Benim için alışveriş en son şey! 

Biraz alçakça ama ben yan sokaktaki dükkana bakıp geliyorum diyip tüyorum... 
Beyaz duvarlı, nefis kapılı pis sokaklarda kocaman sırt çantam ve ben...
Meydanlardan birinde bir cafeye çöküyorum. Neredeyse en salaşı! Bir kaç adım öetedeki şık cafeleri değil canım orayı istiyor... Eski coca-cola masalar, pis plastik sandalyeler... Hiç birşey umrumda değil... Black bi nıs nıs söyleyip bir sigara yakıyorum... İnsanları izliyorum, başımı yukarlara kaldırıp oturduğum yerden fotoğraf makinemin zomuyla detaylar çekiyorum...

Hayat basit ve sade ne güzel... Okayanus duvarların ardında kaldı ama rüzgar onun kokusunu getiriyor... Yüzümde bir gülümseme, bacaklarım donmuş durumda ama nasıl mutluyum!

Kahve keyfinden sonra nefis bir ziyafete doğru yola koyuluyorum... Şık bir restoran yerine kentin girişindeki salaş balıkçılara doğru gidiyorum. Rehberimiz onları tavsiye etmişti... 

Denizden babam çıksa yerim! Allahııım binbir çeşit balık ve kabuklu! Hangisini yesem? Hepsini yeseeeeem!!! 

Rehberimiz Bora bey, balıkları seçip pazarlık yapmalısınız demişti... Gözü dönmüş deniz mahsülleri canavarı olarak jumbo karides, kalamar ve tayni bir istakoz seçip pazarlığa başlıyorum... Aslında pazarlık umrum değil... Adam ne dese vericem! Öyle nefis, öyle canlılar ki! Pazarlığı pek uzatmadan ağzımın sularını tezgaha daha fazla akıtmadan orta karar bi fiyatta anlaşıyor ve binbir millletten insanın bir arada keyifle balıklarını yedikleri masalardan birine geçiyorum... Karşımda parmaklarını yalayan bir Alman var... Biraz sonra ızgarada pişmiş siparişlerim gelince bende onun gibi yapacağım... Yooo bebeğim burada elle yenir!!! Jumbo karidesleri elle yemedikten sonra yemeğin daha iyi! 

Fix menü salatam ve nefis ekmeklerim önden geliyor, onlarla altlık yaparken barakanın dibindeki mutfağı izliyorum... Balıklar seçiliyor tartılıyor, pazarlık yapılıyor sonra hoop mutfağa... Barakanın ayıklama  şefi tık tıık hızlı bir şekilde ayıklama yapıyor ve ızagara başındaki şefe veriyor...

Dünyada keşfedilmeyi, görülmeyi bekleyen ne hayatlar, tadılmayı bekleyen ne lezzetler var... Sponsor bulmalıyım kendime! Teeez... :) 

Tanrım, ızgarada pişmiş siparişlerime 2 tanede balık eklemiş balıkçı... Jest yapmış... Ooooy ooy oooy... Gidip yemelisiniz! Ben keyifle parmaklarımı dişleme tehlikesi atlattığım lezizlikleri yerken rehberimizin peşinde tur beliriyor... Anaaaam walla bazı insanlar köpek balıklarına yem olmalı! Balıkçı neredeyse kesip tezgaha taze avlanmış Türk diye koyacaktı bir kaç hatunu! Barakaların girişinde balıkların fiyatı yazılı... seçtiğin balığın kilosuna göre hesap-kitap yapılıyo... Cebindeki neyse ona göre yersin içersin... Sanki hiç balık almamış, sanki balık kilo ile satılmıyo! 40 tane şey tarttırtıp vaz geçtiler... Bu arada yan gözle bana bakıyorlar bende inadına parmaklarımı ağzıma sokup yalıyorum, Almanlardan sonra masama oturmuş İtalyanlara da bene beneeee molto bene diye laf yetiştiriyorum! :))

Neyse efem, leziz ziyafetten sonra kendimi okyanus kenarına atıyorum...
Rüzgara rağmen güneşlenenler, sörf yapanlar...
Up uzuuuun kumsal...
Beyaz köpükleriyle gel bizimle oyna diyen Atlas okyanusu...
İlk başta su buz geliyor... Ama pek bi keyifli koca dalgalarda, yürümek, koşmak, zıplamak! 
Geri dönmek istemiyorum...
Küçücük melez kentte yapacak o kadar çok şey varki...
Sizi bilmem benim için vardı...
Günü okyanus üstünde batırmak, leziz kabukluları keyifle yerel şaraplarla yemek, vakit sıkıntısı olmadan labirent sokaklarda kaybolmak, üşenmeden alet-edevatlarını getirmiş ressamlarla gördüklerini kağıda aktarmak... Kobalt mavisi iri kayıkların üstünde batan güneşin renk oyunlarını izlemek, martılara ekmek atmak, okyanusun kıyıyı döven neşeli beyaz köpüklerine neşeyle eşlik edip tüm derdi tasayı okyanusa atmak...

Dünyada görecek çok yer var...
Huzurlu, basit ve sade...
Rüzgarın getirdiği umut, beyaz köpüklerin hissettirdiği neşe... 
Essaouira melezliğin tadı damağınızda kalan kent...
Fas bin bir çeşit süprizli ülke... 

14 Ekim 2014 Salı

Marakesh

Kara kıtanın kırmızı kenti Marakesh!
Nasıl anlatsam ki...
Palmiyelerin bu kadar yakışabileceği, kızıllığın bu kadar güzel durabileceği, ortaçağ ile şimdinin birlikte yaşayabildiği, masalla gerçeğin bir arada olduğu başka kent varmıdır? Yoktur?

Beyaz şehri arkamızda bırakarak 3 saat sürecek Casablanca-Marakesh yolculuğumuza gezimizin 2. günü başladık.

Ülkemde bayramın 2. burada 1. günü...
Namaz geç kılındığı için akın akın Casablanca'nın ünlü büyük camisi 2. Hasan Camisine gelenleri arkamızda bırakarak uçsuz bucaksız kızıl toprakların ve kaktüslerin bize eşlik ettiği nefis bir yolculuğa çıktık.

Benim için nefisti... Diğer yolcuları bilmiyorum...
Kırmızı-taşlı toprak sıradan değildi...
Uçsuz bucaksız kurak toprak işte yaa diyeceğiniz bir coğrafya değil...
Yol boyunca toprağın renginden dolayı nefis kerpiç evler, kerpiç duvarlar size eşlik ediyor...
Ve adamların kerpiç bir duvara bile sanat-hareket katmış olduklarını görüp her birini kaçırmamak için dört gözle cama yapışıyorsunuz...

Coğrafyanın-doğanın koşullarını çok güzel kullanmışlar...
Kaktüsler 'çit' görevi görüyor...
Kırmızı toprağın üstündeki taşlar duvar oluyor...
Kaktüs çitler çok ilginç ve hoştu...
4 tarafı dev kaktüslerle çevrili toprak parçaları...
Kırmızı ve yeşilin gülümseten uyumu...

Faslılar nane çayını çok seviyorlar...
Her yerde nane çayı! Şekersiz demesseniz şekerli geliyor... Ben kahveci olduğumdan rehberimiz Bora Taşkaya'nın önerisine uyup 'Nıs Nıs' larını içtim hep.

Yolda bir benzin istasyonunda mola veriyoruz ve nıs nıslarıyla keyif yaparken adamların peyzaj kültürlerine hasta oluyorum. Yok ya da az olunca 'yeşil' ne kadar değerli oluyor! Benzinliğin bahçesindeki peyzaj çalışması lüküs yazlık bölgelerimizdeki evlerde yoktur!!! 

Peyzaj çekimi yaparken otobüste yanımızdan geçerken çokca gördüğüm motorculardan bir tanesi gözüme ilişiyor...

Nefis bir motor ve nefis bir hatun!
Anaaaa Afrika'da, müslüman bi ülkede motorcu bi bacı! 
Ülkemde şehirlerarası bi yolda bu manzarayı görmem çok nadir hatta zor!

Bacı saçlarını sallaya sallaya kaskını çıkardığı anda 'ben şu motor işini çözmeli, ehliyetimi almalı ve burada yol yapmalıyım' diyorum!

Ülkeye bakarmısınız süprizlerle dolu!

Fotoğraflamaya-bakmaya doyamadığım kırmızı topraklı yollardan sonra şehre giriş yapıyoruz...
Rehberimiz bir şeyler anlatıyor ama ben sağır olmuş durumdayım...
Kırmızı kerpiç şehir surları ve etrafındaki palmiyeler, göğün maviliği beni benden alıyor ve çocukken dedemin anlattığı masallardan birine gidiyorum.

Marakesh, batılıların doğu ile kurduğu hayallerin gerçeğe dönüşmüş hali...
Nasıl anlatsam bilemiyorum? İstanbul'a gelen her ecnebi eski resimlerdeki tabloyu görmek ister yada usunda o hayal vardır... Hıh bende öyle bi hayal-gerçeklikteyim. Avrupalı-Doğulu müslüman bi ülkeden gelmiş ben batılının bize komik gelen-anaam cahilmisiniz yaa diye alay etiğimiz düşündeyim! Düşte değil gerçekteyim! Masaldayım ama gerçekteyim!

Anlatamadım... Neyse... hee diyin geçin :) 

Şehre girer girmez ilk durağımız ressam Majorel tarafından yaptırılmış botanik bahçesi oluyor. Bahçe yöreye özgü çeşitli bitkiler ve kaktüslerle dolu. Benim gibi kaktüs sevdalısı değilseniz normalde gelip görmezsiniz. Buraya millet akın akın Yves Saint Laurent'in evi olduğu için geliyor! 

Halka açık bir bahçeyken YSL parayı bastırıyor ve alıyor! Anam modacı bi sevgili mi yapmak gerek ne?! :p  Abi o evde-o bahçede aşkdaaa yaşanır, tasarımda yapılır! Öyle bi yerde yaşasam tasarımcının en ünlüsü olurum beeeea! :p 

İlk nane çayımı Jardin Majorelle'de tadıyorum. Yok anam ben almim... Hastayken bile almim... Ama sunum nefis! Çaydanlık, bardak, çaydanlığın üstündeki kırmızı örtü... Bene bene... Ben nane çayını sevmedim ama yanında verilen bademli kurabiyeyi sevdim... :) 

Bahçeyi saatlerce gezebilirdim... İlk orada Marekesh'e bir daha gelicem fikri düştü usuma :)

Ordan çıkıp Marekesh'in kalbine doğru yola koyulduk; Jemaa el-Fnaa'ya.

Bu meydana gelmeden önce Kuttubiye Camisine gittik. Dikdörtgen formda, Afrika ve Endülüs mimarisi izlerini taşıyan caminin minaresi Marekesh'te her yerden görünüyor. Sadece nazmaz saatleri içeriye girebildiğiniz caminin kapısından başımı uzatıyorum ve fotoğrafçılık anlamında çok başarılı olmayan bir-iki poz çekiyorum. 

Dış cepheden nefis fotoğraflar yakalıyorum ama... Kırmızı duvarlarına dokunmadan edemiyorum... Taş ve işçilik... Gizli mimar hastalığı dokunmak-hissetmek :) 

Güzel ama yorucu bir de acıktıran bir yolculuk yaptığımız için, ölüler meydanı anlamına gelen Jemaa el Fnaa'ya geldiğimizde kimse rehberi dinlemek istemiyor. Açıız açıııız biiiz nidalarımıza dayanamayan rehberimiz bize yemek yiyeceğimiz mekanları önersede onun peşinden ayrılmıyor ve hep beraber meydanı yukarıdan görebileceğimiz Cafe Farnce'a giriyoruz. 

Bayramın 1. günü olduğu için meydan boş. Biraz hayal kırıklığı tadı. Ama içimdeki Polyanla öyle boş halini her zaman görmen mümkün olmaz doyasıya fotoğraf çeksene diyor! 

Toprak kaplarda pişirilip servis edilen  Tajinlerimizi sipariş ediyor ve meydanın yukardan keyfini çıkarmaya başlıyoruz...

Kırmızı ve sarı...
Kocaman bir meydan... 
Tek-tük yeme-içme tezgahları, büyücüler, falcılar, maymun ve yılan oynatıcıları...
Meydanın arkasında alışveriş delilerini tutkuyla çağıran labirent Souk! 

Fas'da tavuk etine yeşil zeytin, kırmız ete erik koyarak pişiriyolar. Oooow tanrım... Yazarken bile ağzımın suyu aktı... Normalde ben kuzucu değil danacıyımdır... Allahım o nasssı nefis bi kuzu eti! Hele o erikler! Utanmasam bana bi kap pişmiş erik getirin dicektim! 

Nefis yemek ziyafetinden sonra şehri gezmeye devam... Souk bayramdan dolayı boş... Neredeyse in-cin top oynuyor... Paskalyada avrupaya gidilip tükkan dolaşılmazsa bayramlarda da müslüman ülkeye gidilmez! :)

Sanki dükkanları rehber kapamış! Alışveriş delisi hatunlar dükkanlar ne zaman açılır derdinde! Rehberimiz bayramların burada hala 'bayram' olarak kutlandığını ilk günden sonra hatrı sayılır dükkanın açılacağını söylese de kadınlar depresyona girdi! :))

Souk'un boş sokaklarında bize özel tur yaptıktan sonra şehri uzun yıllar yönetmiş, şimdilerde yahudi mahallesinde bulunan Ba Ahmed'in sarayı Bahia'ya gidiyoruz. Endülüs karşımda! Sarayın işçiliği nefis!Nefis ama Endülüs mimari açıdan daha etkileyici... Bu topraklardan gidenlerin yaptığı Endülüs'ten sonra, o mimarinin çıktığı yere gelince daha bi heybetli bir şeyler bekliyorsunuz... Ama kitabını okuyup filmini izlemek gibi bir tad buluyorsunuz... Mimari açıdan Endülüs diyorum... O Araplar daha iyi şşş ;)

Marekesh gecesiyle-gündüzüyle sizi hareketsiz bırakmayan bir şehir. 
Gelen turistlere ülkeyi nasıl tanıtsak-nasıl eğlendirsek diye düşünüp tek bir çadırda başlayıp eğlence imparatorluğu kurmuş Ali'nin yeri Chez Ali'ye gidip klasik turist eğlencesi yaşıyoruz ilk Marekesh gecemizde.

Yani gitmeseniz de olur, gitseniz de...
Adam binbir gece masallarını inşa ettirmiş...
Nefiiis bir yarım kuzu, ince köftelik bulgurumuzmuş bu ya dediğiniz haşlanmış balkabağı ile servis edilen yummy kuskus ve Marekesh şarabı eşliğinde at üstünde usta cambazlıklar yapan prensini izleyen bir prenses moduna da girebilirsiniz ya da klasik Türk olup masanızdaki insanların özel hayatını merakla öğrenmeye çalışıp-anın keyfini çıkarmaya çalışmayan bi huysuz da! :)

Yemek nefisti! Hele Fas şarabıııı !!! 
Yemekten sonra yapılan atlar üstündeki gösteri ise bana Sahra'ya gitmem gerektiğini hissettirdi!
Sahra'da at üstünde cambazlık yapan Araplar beni bekliyo sanırsam!
Ben de de ne hayal gücü var be arkadaş!!! Gidicem Sahra'ya bi tane at üstünde adam görmicem! Ama hayalim de at üstünde Sahra adamları var! :)))

Dedim ya Marakesh'in gecesi ayrı güzel gündüzü ayrı...
Unesco tarafından korumaya alınmış Jemaa el Fnaa'ya gece-gündüz gitmelisiniz!

Ortaçağ ile şimdinin kucaklaştığı, renkli, eğlenceli, sanki dünyanın merkeziyle-insanlıkla-köklerinizle buluştuğunuz bir mekan!

Nereye bakacağınızı şaşırdığınız, renklerin, binbir çeşit baharat kokularının ve tam tamların sizi sarıp sarmaladığı gerçek ama masal alemi bir yer!

Biraz dikkatli olmanız gerekiyor... Çalma-çırpma var... Hatunlara çok bi saldırı yok... Bizim metrobüslerimiz daha tehlikeli o anlamda! 

Seyyar dişçiden, büyücüye, daha önce hiç görmediğiniz, aklınıza gelmeyecek oyunculara, masal anlatıcılarına, bi tezgahta aynı anda balık-tavuk ve daha bisürü bişeylerin daha pişirilip satıldığı yeme-içme tezgahları...

Anlatılmaz ki!
Orda olup görmeli-koklamalı-duymalı ve hissetmelisiniz ve tadmalı!
Ama bizim Türkler aaaay yemem, aaay korktum, ay aaaay!
Kardeşim Fas'da ne işin var öyleyse!
Hadi geldin gece çıkma o zaman bu meydana!
Aaaa aaa!

Hayatımın ilk sümüklü böcüğünü burada yedim! Iyyk! Ama denemek istedim!
Yani leziz ama kullandıkları baharatlardan dolayı bana çok tuzlu geldiği için yiyemedim... Ha bide yutarken ıslak-kaygan... Ama 5.-6.dan sonra alışırdım da etfafımda 'aaay nasssı yiyon' tipleri olunca mahalle baskısı şeysi oldum :) 

Marakesh gece hayatı çok çeşitli...
Clubları nefis, biz Türklerin özlemini duyduğu kumarhaneleri filan...
Gruptaki herkes aradığını bir şekilde buldu!

Ben araştırmacı yazar modunda herkesin bi kere peşine takıldım!
Yazacam ben, görmem lazım diye!
Bi gün bu yazacam görmem lazımlarımdan başıma bi mok gelecek ya du bakalım! :))

Efenim biz Türklere sıradan yerler olmaasss... Nerde lüküslük biz orda. Mamounia Otelinin casinosu ve cafesi bizlerin müdavim mekanı oldu 2 günde! Allahım o nasssı bi otel! Siz din 7 ben dim 10 yıldız! İşte böyle bi coğrafya da öyle bir otelde kalacaksın ki masalın prensesi ol! 

Anam anaaam oy anam...
Wallahi parası-pulu olanları pek kıskanmam ama bu oteli gördükten sonra içimde çirkef kıskanç bi kadın hortladı!

Doğu-Arap masal diyarı!
Anlatamicam... Kıskançlığım hortluyo!
Sadece şunu söylim cafesinin bahçesinde bir kadeh şampanya içmek kaça maaal olursa ossun şifa niyetine gelebilecek bişeydi de para yoktu aq! :))

Lüküs hayatı deneyimleyip rehberimizi, tamam, sanat, kültür, siyaset bizi şişirdiğin-pişirdiğin dedik turu kadınları olarak gecelere akmak istiyoruz akıttır bizi! 

Wallahi ilk defa bi turda rehbere acıdım! 15 kadın tek adam! Hepsi de ayrı tellerden çalan, Marakesh gecelerine akmak isteyen! :)))

Rehberimiz bu geceden sağ çıkacakmıyız korkusunu duymamışsa şaşarım! Bizi müdavimi olacağımız Palais Jad Mahal'e götürdüğünde allahııım allahım hepimiz öyle mutlu olduk ki! Ertesi gün erken saatte Essaouira turumuz olmasına rağmen 12'den sonra çıkacak dansözleri bekleyip deli gibi eğlendik! 

Gece hayatı işini biliyorlar anacım! Coooool kadınlığımı bırakıp ben bile dansözle 2 göbek attım yaaa... :) 

Masalsıydı Marakesh!
Yazacak çok şey var...
Ama hayat devam ediyor... İş-güç ve sosyal hayat var... 
Üniversite dostlarım Asya kıtasında onlarla buluşmamı bekliyorlar...
Afrika'dan sonra Asya kıtası... ;)
Devam edecek anacım takipte kalın... :) 

12 Ekim 2014 Pazar

Gezgin Ozy'nin Fas maceraları: Casablanca

Senelerdir gitmek istiyordum...
Gidenleri içten içe yooo açık açık dıştan dışa kıskanıyordum!
Bir mimar olarak Fas'a gitmeliydim!
Bir gezgin olarak Afrika kıtasına ayak basmalıydım!

Sonunda başardım! Aslında ben başarmadım... Annemin süpriz jesti sayesinde oldu herşey; 


Bayram öncesi yoğunluğumuzun had safhada olduğu gün telefonum çaldı;

Alo Ozy hanım...
Buyrun benim...
4-8 Ekimde Pronto tur ile Fas'a gidiyosunuz...
Nereye gidiyorum?
Fas'a...
Yanlış aradınız herhalde...

Sevgili annem tüm yaz amcamın sağlık sorunlarıyla uğraşmamdan ve adam gibi tatil yapamamamdan dolayı Çeşme'ye gitmeden önce vize istemeyen Fas'a kaydımı yaptırtıp öyle gitmiş!!! 


Anaaaa! Fas! Anaaa Afrika! Anaaaa dünyanın en iyi annesi bendeeee!!! :) 

Anaaam anaaaam Afrikaaaaaaaa!!!

Afrika'nın  Cezayir yüzünden Afrika Birliğine üye olmayan tek ülkesi olan Kuzey Afrika'da ki masalsı ülkesi Fas!


Bir gezgin olarak hiç gitmediğin bir kıtaya adım atmak, bir mimar olarak yıllarca dergilerden gördüklerini-okuduklarını görmek-ellemek!



İçim içime sığmaz bir şekilde 4.5 saat süren nefis bir uçak yolculuğuyla kara kıtanın kırmızı topraklı ülkesine adım attığımda ağzım sevinçten kulaklarımda, bacaklarım ise heyecandan titremekteydi!


Afrikadayım olm!!!

Bi bu Afrikadayım durumunu ben yaşıyorum zannedersem! Kimse daha önce gelmediği-gitmediği bi 'kıtaya' gelmiş olmanın heyecanını-sevincini benim gibi yaşamadı!

Afrikaya gidiyorumu dediğim eşim-dostumda hasetlerinden herhalde pek bi mıy mıy hııım güle güle git diyince kimseye nereye gitcemi söylemicem, kimse sevincimi-heyacanımı anlamıyo yeaa diye triptike girdim :) 


Kimse heyecanımı kursağımda bırakmasın diye ilk defa sadece 2-3 kişinin bilgiği bir seyahate adım attım...



Ah nasıl anlatsam... 

Cezayir üzerinden kıtaya giriş yaptığımız andan itibaren uçağın içindeki sakin görünümlü deli sevincimi, uçağın tayni penceresinden gözüken akdeniz ve kara kıtanın farklı renklerinin gözlerimdeki etkisini...

Akdenize paralel uçarken dümdüz kahverengi-sarı toprağın üstündeki parça parça zümrüt gibi parlayan yeşil beni ülkeye ayak basmadan gökyüzünde kendisine aşık etti! 


36 milyoncuk, 16 bölgeden oluşan, Akdeniz ve Atlas okyanusuyla sarılı, Atlas dağlarının ülkeyi ikiye böldüğü, ilk yerleşimcilerinin Berberiler olduğu sonra Araplarla kaynaşmış, sömürgecilik dönemlerinde Fransa ve Portekiz'in etkisinde kalarak farklı kültürleri ve adetleri kaynaştırarark kültürel zenginliği ve renkleri nefis ülke Fas!  

Böyle yerlere turla gitmemek gerek... Kısıtlı zamanda, sınırlı programlarla her şeyi görme şansınız olmuyor... Ancak Pronto Tur bu sefer bölge hakkında bilgisi ve tecrübesi harika bir rehber seçmişti ve klasik turlar gibi geçmeyen tadından yenilmeyen bir seyehat deneyimi yaşadım/yaşadık...

İlk durağımız  Hollywood klasiklerinden biri olan Casablanca'ydı. Casablanca mimari açıdan çok cezbedici bir yer değil... Sam bir daha çal Saaaam repliği kulağımızda (elbet bu replik böyle değil ama yazar burada muzurluk yapma hakkını kullanıyo) Atlas Okyanusu'nun dalgarı bize eşlik ede ede klaşik şehir şehir turumuza başladık...

Bayılıyorum su kenarı, güneşin bedenini yaladığı yerlere... Hele alışık olmadığım farklı bir coğrafyaysa, insanları-renkleri-kültürleri beni benden alıyorsa deyme keyfime...

Sırtımda koca sırt çantam, yüzümde salyalarımın akmasına ramak kalan bir gülümse, Afrika güneşi bedenimde, Okyanustan esen rüzgarla havalanan kumlar uçuşan saçlarımın arasında... 

Ozy Ozborn mutlu canlaaaar!
Memleketimde bayramın 1. günü yaşanırken bu topraklarda takvim farkından arife günü... Ve Arife'nin tüm kutsallığı yüreğimde! 

7.yy'da Berberilerin kurduğu beyaz şehir Casablanca okyanusun beyaz köpükleriyle pek bi uyumlu...

Her seyahatte yanımda sketch yapmak için kalemim ve defterim olur ve çok az yer durup çizim yapma arzusu uyandırır... Kente adım attığımız andan itibaren modern veya eski her şeyi defterime aktarma arzusu duyuyorum... İçimdeki mimar uyandı... Hem de öyle böyle değil... İmkan olsa akşam otele dönünce çizim masasının başına geçip saatlerce tasarım yapabilirim... 

Birleşmiş Milletler Meydanı, Muhammed V Bulvarı, Corniche ve Okyanus kıyısındaki nefis manzarasıyla Hasan 2 Cami ve çarşısı...

Şansımıza kral Casablanca'daydı... Bu hem iyi hem kötü oldu... Kral kentte olunca ne yapıyorlar görme fırsatı verdi ama sıkı güvenlikten oraya girmek yassak bunun fotoğrafını çekmek yasak bayıcı oldu...

Efenim kral bey teşrif edince her yeri bayraklarıyla donatıyorlarmış... Kıpkırmızı bayrak üstüne yeşil islam yıldızı Afrika-okyanus rüzgarıyla salınıp duruyordu... ( O rüzgarın bi adı vardır elbet ama yazar burda gizemli Afrika şeysi yapmak istedi :p) 

Casablanca'nın en ünlü binası, 2. Hasan Cami... Atlantik Okyanusu kenarında, sahilin doldurulmasıyla Fransız Meslektaşımız Micheal Pinseau tarafından kralın 60. doğum günü için tasarlanmış.

Dışardan çok heybetli... Çok çok kütlesel! Ben kralım, heybetliyim camimde öyle olmalı demiş... Bizim eleştirirken çok kullandığımız insan ölçeğinde değil durumunun kanlı canlı örneği... Heybetli, kütlesel, insan-minsan ölçeğinde değil ancak caminin süslemeleri 'zeliş'ler nefiiiiiis!!! El sürmeye-detay çekmeye doyamadım... Gönül isterdiki sol yanından beyaz köpüklerini görüp, sesiyle huşu bulduğum avlusuna çöküp çizim de çizim... 

Dıştan tavafımız bitince içine girdik... İçine girmek öyle bizim camiler gibi kolay değil bu topraklarda... Ecnebi turistler biletle giriyor (bizde yapsak ya canıııım Sinanımın eserlerine) müslümanlar biletsiz... Ancak hala 'laik' olduğumuzu var saydığımız bizim gibi müslüman ama cıbıldak turistlere inanmadıklarından ayet mayet okuyuyorlar... Gitmeden dersini çalışmış hazırlıklı bi gezgin olduğumdan ilk günkü kıyafetlerim cami gezmeye uygundu... Turdakiler gibi valizleri açtırmadan, koca kaplumbağamdan uzun kollu bi buluz çıkarıp giydim ve boynumdaki olmazsa olmazım şalımıda başıma sardığım gibi ahşap işçiliğine hayran kala kala üst kattaki kadınlar kısmına çıkıp mimari gözlemlerime başladım. (Çok bilir ve anlarım cami mimarisinden çaktırmayın şşşş )  

Şincik efendim bu kadar yıllık gezginim ama dili Arapça olan bi yere ilk defa geliyorum. İster istemez 'ezanı' nasıl okuduklarını merak ediyordum. Ana dili Arapça olan birisinin okuduğu ezan ve bizim ezan... Merakla güzel bir şey duyacağımı sanarak caminin içinde fotoğraf çekip dolanırkeeeen 'aaaam kim bağrıyooo laaan' diye zıpladım! Efendim Sunniler ama İmam Malik meshepleriymiş... Ezanı bizim gibi okumuyorlar... O yüzden 4 gün boyunca her duyuşumda noluyooo laan diye yerimden zıpladım! 

Yani bizimkiler iyi okuyunca güzel okuyolar... Yatıp kalkkıp beter okuyana bile şükretmek gerek dedim... Dedim walla... Adamlar bağırıyo lem... 

Neyse efendim, millet namaz kılarken ben de caminin içine girmiş güvercinleri fotoğraflayacağım diye bi tür ibadet yapıp milletten önce dışarıya çıkıp gezgin ve araştırmacı kimliğimle otu boku fotoğraflayacağım diye caminin okyanus kenarındaki bölümlerine indim... Ve az kalsın okyanusa yuvarlanacaktım! Kimse de nerde olduğumu bilmiyo... Okyanus ve Afrika sevdasına ilk günden mefta olacaydım... Tabi kimseye bunu anlatmadım... Hiç bişi olmamış gibi uslu uslu avluya çıkıp beni Fransız sanan turistlerle aaa Türkmüsün muhabbetine başladım :))

Walla yerli halk diil ama ecnebi turistlerce pek bi beğenildim... Bonjurlar eşliğinde başlayan muhabbetlerle ben memleketimin erkeklerinden umudu kesim yeaaa dedim... :p :)))

Anam kıymetimi bilmiyosunuz ben napim! Elin ecnebi adamı kocaman kaplumbağlı halimi beğeniyo! :))

Neyse efem, arife gününe denk geldiğinden ve kralcıkda Casablanca'da olduğundan çarşı Türk kadınlarına pek bi keyif veremedi... Rengarenk desenli terlikler, Çeşme plajlarında harbiden hava civa yapılacak entariler, palmiyeden yapılma örtüler ve benim gibi şalsız, fularsız çıkmam abi diyenler için şallar, ünlü toprak kapları, hasır sepetleri alamadık... Çoğu dükkan kapalıydı, açık olanlarda kesmedi bizi... Alışveriş manyağı toplumuz mukadderaaat! :) 

Otellerimize doğru yol alırken nefis bir manzara vardı. Otelin yerini bilsem yürürdüm... 

Palmiye ağaçlarının arasında kalmış nefis bir deniz fenerinin ardından batmaya hazırlanan güneş, okyanustan esen rüzgarın kaldırdığı kumlarla nefis bir pusluk ve deli gibi sahili döven beyaz köpüklü dalgalar! 

Ve Edip Cansever'in dizeleri kulağımda...


Bin dokuz yüz seksen birdeyiz

Karşınızda eylülün sesi
Ağustosa çekildi, eylülün sesi
Birazdan konuşacak
"Bu dünyada yaşamak can sıkıcı bir şeydir baylar."

.....

Yaz geçti, sözgelimi midyelerden yorulduk
Eni boyu belirsiz bir ıslaklıktan
Upuzun gündüzlerden, sevimsiz otellerden
Eylül ki, sorabilir mi
Hüzünler iç kamaştırıyor, aşklarsa niye yoksul
Bir asfaltın kuru sıcak soğuğundayız
Oysa bir deniz feneri mevsimsiz ölür baylar.


Ve ben aşık oldum...
Palmiyeler arasındaki deniz fenerine, kara kıtanın beyaz köpüklü kentinin üstünde batan güneşine...
Kumuna...
Bedenimi değil içimi ısıtan güneşine...
Fas'a geleli 10 saat olmadan aşka düştüm...

Şans eseri otel okyanus kıyısındaydı ve şayet öyle olmasaydı benden beklenmeyen cazgırlığı yapıp odamı değiştirtecektim ama Fas bana burda şanslı olacaksın dedi ve hem okyanus hem de 2. Hasan Cami manzaralı odam beni benden aldı...

Sol tarafımda okyanus, ilerde belli belirsiz gözüken deniz feneri ve tam karşı aksımda 2. Hasan Cami... Sağ tarafta kırmızı topraklar...

Yol yorgunu olmak böyle etkileyici yerlere geldiğimde en gıcık olduğum şey...
Akşam yemeğinden sonra son gücümle Corniche'e doğru yürüyüşe çıktım. 

10 sene kentsel tasarım yapmış yanım hortladı ve bir sürü mesleki fotoğraf çekip inceleme yaptım.

Okyanusa girmek kolay değil diye okyanus suyuyla doldurulan çeşit çeşit havuzların olduğu bir sürü beach club... Mimari açıdan çok başarılı tasarımlar yoktu ancak şehrin göbeğinde, doğaya çözüm üreten çalışmalar olduklarından arşivimde yerlerini aldılar... 

Sahil yolunun tasarımı, sürekliliği, kullanılan malzeme beni hayrete düşürdü! Arap lem bunlar, bizden geri bi ülke dediğimiz ülkenin bir sahil yolu var! Tamam kaldırımlar pis ancak, kaldırım yüksekliği, yola verilen hareket, park önleme zımbırtıları, lambalar... Sömürgecilik iyi bişimiş yaaa diye düşündürttü! 

Faransızların şehircilik anlamında katkısı çok olmuş... Adamları kıskandım! 

Biz mimarlar bok atmayı severiz ama bazen de susup tebrik ederiz! Ettim abi! Afrika'da Arap lem bunlar dediklerimizi tebrik ettim!!!

Yol yorgunluğu, okyanus kenarında mesleki incelemeli yürüyüş yorunca otelime döndüm. Tayni bi şişe Fransız şarabı açtırtıp okayanus manzaralı odama çıktım...

Deliye her gün bayramın gerçek olacağı, ülkem çoktan bayramın 2. gününe uykuya yatmışken ben bayramın 1. gününe uyanacağım ülkenin bana gülümseyen dolunayına bakarak şarabımla keyfe daldım...

Güneşin geç doğduğu, ezanın geç okunduğu Fas'da Otelden ayrılıp Marekeşe doğru yola çıkmadan önce balkonumdan nefis gün doğumunu izleyip her nekadar 'bağırsalarda' 2. Hasan Caminden bana ulaşan ezanı dinleyip keyifle Rick'i terk ettim... :)