Etiketler

12 Mayıs 2015 Salı

Bulgarya-Romenya-Bulagarya; Plovdiv :)

Rahat ol okuyucu Bulgaristan-Romanya seferinin son yazısı... :) 
Ülkeye giriş yapmak için tekrar Bulgaristan'a girmek gerekiyordu... 
Bu sefer Romanya'dan Bulgaristan'a gümrük kapısı bekleyişiyle güne başladık!

Yol yapmak güzel de şu sınır kapılarındaki eziyet yok muuuu?!

Bulgaristan ve Romanya arasında sınırı oluşturan Tunacığın üstündeki 'Dostluk' köprüsünden geçerek Rusçuk'a adım attık. 

Köprü güzel bir köprüydü... Arabayla geçiyo olsam durup fotoğraf molası verirdim...

Ruscuk'da Tuna üzerindeki önemli limanlardan. Ülkemizde olmayan nehir gemilerini hiç görmemişler için görebilecekleri bir yer.

Tuna'ya bir kere daha hayran kaldığınız bir nokta. Ne bereketli bir sudur abi! Beslemediği Avrupa ve Balkan ülkesi yok neredeyse! Atalarımız Tuna'ya sevdalıymış... Biz de ata yadigarı sevda besliyoruz amaaaaa Tuna'ya atılan pisliklerle kirletilen Karadeniz yüzünden sevdamız biraz buruk! 

Önümüz de çoook ama harbiden çook uzun bir yol var. Program Plevne sonra Plovdiv! 

Tarih derslerinden bildiğimiz Plevne savaşı için gidip göreceğiz Plevne'yi. Ancak oraya uğramak yolu feci uzatacak! Hem Bulgarlar'da tarihi değiştirmişler, savaşı onlar kazanmışlar gibi bir destan yazıp sergiliyorlarmış...

Dedik ki, ataların savaşları-başarıları candır ama İstanbul'a geç bir saatte dönecek bizlerin canı da candır!!! Hem gidip Bulgar'ın yalan zaferini görmek de acı verecek... Boş verelim, direkt gidelim Plovdiv'e yani Filibe'ye... Olmayan Filibe köftesini bulmak ve yemek için bolca zaman kalsın! ;)

Çoğunluk ok dedi! Öndeki öğretmen hanımların gurubundan 2 hatun, biz hocayız görücez dediler!!! Arka guruptaki tarih öğretmeni, ben tarihçiyken istemiyorken siz dedi?!

Nuh dediler peygamber demediler!
Şimdi yol yapmayı seviyorum... Gezme olsun, görme olsun no problema bana... Her iki fikre de uyarım... Evde ağlayanım yok, işte problem çıkaran patronum yok... Ama Plovdiv'de mimarlığa sevdalı bir rehberle dolanmak daha cazip geliyo!

Abooowwww!!! Otobüste öyle bir kargaşa çıktı kiii!!! Millet birbirini yiyecek!
Rehber, inisiyatif hakkımı kullanıcam dedi, direkt Plovdiv yapıyoruz! Ok ama bu seferde şoförler gprs'siz olduklarından yolu karıştırdılar! Yol uzadı mı!!!! 

Nefis ötesi bir ormanlıktan yol alıyoruz, alıyoruz ama araba da öyle bir negatif enerji var ki biz geçiyoruz arkamızdan yüzyıllık ağaçlar devriliyooo!!! (Devrilmedi canım bişiii raat) 

Kızılca kıyametler eşliğinde Plovdiv'e geldiğimiz de buluşma saatini öğrenip guruptan sıvıştım! Yok bebeğim, o negatif yolcularla rehber mimarlık  sevdalısı olsa da ben almim!

İyiki de almamışım... Eski şehirde dolanırken arkadaşlarımı gördüm! Dünya küçük geyiğiyle keyifim keyif oldu! 

Plovdiv çok güzel bir kent. Gidip görmenizi tavsiye ediyorum. Açık hava müzesi kent. Meriç'in ikiye ayırdığı kent, Antik dönem ve Osmanlı dönemi mimarisiyle sizi dönemden döneme taşıyor... 

Tepedeki Antik tiyatroya, Osmanlı konaklarının olduğu bölgeye muhakkak çıkın. 

Kente tepeden, tiyatronun üstünden bakarak kahvenizi yudumlayın...

Kumar severler için Bulgaristan'ın cennet bir kenti... Haaa kumarhanede zorunlu kıyafet atlet eşofman bu arada!!! :))) Bulgarlar kadar eşofman sever bir millet görmedim ben! :)))

Arkadaşlarımla kahve keyfi yaptıktan sonra, ev yapımı şaraplarına ve domuzcuklarına vurgun olduğum Dayna'ya gidiyorum. Rama'da otelinin çaprazındaki şube. 

Çok sevdiğim dostumun dedesi, eskideeeeen Filibe'nin ağasıymış! Gelip Bursa'ya yerleşmiş ve sonra Bursa'nın Şerif Ağası olmuş! 

Filibe yani Plovdiv bir anlamda benim dostların! :))) Dostlarım dünyayı dolanmış bi buraya gelmemiş!!! Benim sayemde büyük dedelerinin toprağını gezip görüyolar! :)))

Ne hikayeler var... Dedelerinden dinlediler mi acaba? 

Her neyse efem, ilk defa 2014'ün eylül ayında geldiğim ve sevdiğim Plovdiv'de yolu şaşırıp uzatan şöööförlerimiz yüzünden ve gümrük kapısının kalabalık olma ihtimali yüzünden 2 saatçik kalabildik! 

Herkescikler zamanında otobüse geldi, Plevne diye tutturan 2 öğretmen hanım gelmedi!!! Yarım saat onları beklemek zorunda kaldık!

Vakit az diye boğazıma dizilen, domuz sucukları, nefis kuzu şiş ve ev yapımı kırmızı şarap keyfimden bir şey anlamadığıma içimden yanarken millette sesli sesli söylenip duruyordu...

Hatunlar gelip özür dilemek yerine rehbere ayrı bizlere ayrı hakaretlerde bulununca Balkanlar'ın en eğlenceli turu biz olduk!

Senmisin millete çingen çingen diyen! Al sana çingenin alası!!! :)))

Stresli bir yolculukla Kapıkuleye geldiğimizde saat 12'ydi. İstanbul'a varmamız 2. Hatunlar hala daha Plevne Plevne diye söyleniyordu...

Görmediğim toprakları görmek, çocukluk anılarımı tazelemek, sevdiğim yerde yeniden keyif yapmak, mimarlığa sevdalı fotoğrafçı bir rehber tanımak güzeldi. 

Bir daha bilmediğim, internet üzerinden satış yapan bir turla bir yere gidermiyim sorusuna cevabım, son çare o ise olur! 

Yazmayı sever ben güzel hikayeler biriktirdim...
İnsanları seyahatte tanırmışsın...Tanıdık efem, tanıdık... 
Öğrencisi olmayan koca insanlara 'öğrencisiymiş' gibi davranıp, sınıftaki saygıyı bekleyen öğretmenleri tanıdık! 

Çileden çıkıp ben sizin öğrenciniz değilim diye bağıran bey gezinin sonunda bu gezinin sloganı çıkardı!

Ben senin öğrencin diliiiiim tamam mııııı bana bağıramazsıın!!!
Öbür blogta öğrencin değilim başlıklı yazılar bir ara yazılacak... :) 

Gördüklerimden, yediklerimden, içtiklerimden dolayı gülümsemesi bol ancak yolcularından ötürü stresli bir yolculuktu...

Balkanları seviyorum...
Bu kadar yakın olmasını, ha diyince gidebilmeyi, nefis lezzetlerle verdiği keyifi...

Ünlü Bulgar sözüyle bitireyim yazıyı; Hayde haydeeeee başka bi gezginlik yazısında görüşmek üzereee haydeeeeee! ;) 

Romen diyarından selam getirmişem; Romanya macerası!

Ey okuyucu macera bitmedi... Uuup uzun en az 3 yazı çıkarmazsam, blog aleminin en ilginç gezi yazıcısı olamam! Sıkılmadan okuman için elimden geleni de yapıyorum biliyosun... :pp ;))

Bulgaristan-Romanya macerasında 2. gün. Program; Köstence, Mamaia beach ve Bükreş! 
Baya uzun bir yol var... Olsun yol yapmayı seviyorum ama oturma yerini tur verdiği için ex futbolcu benim için hiiç uygun olmayan orta kapının oradaki masalı koltuk yerim! Ayaklarımı uzatamamak dizlerime işkence yapıyor... :( 

Nasıl geçecek onca km diyerekten ses seviyelerini azaltmadan konuşan 2. gurup eğitimcilerle komşu olduğum yolculuğumuz başlıyor...

Sayelerinde hiiiç sıkılmadan Bulgaristan-Romanya sınır kapısına geliyoruz. Pasaportlarımız toplanıyor ve 1 saate yakın işlemlerin yapılmasını bekliyoruz. Kahve içecek yer yok ama freeshopları var! Türk milletim alışveriş çılgınlığı ile içeri dalıyor ve fiyatların yüksek olduğunu görünce kös kös çıkıyor... :))

Romanya'ya gidiyor olmaktan dolayı çok heyecanlıyım. Biraz babam babamım... Hatırlayabildiğim kadarıyla anılarımız sabahtan beri usumda dans ediyor... 

Ankara'da yaşıyorduk o zamanlar. 3.5 yaşındayım. Romanya sahillerinde tatil yapmak pek bi 'in' o zamanlarda... Ailecek geliyoruz. Romen hatunlar keltoş babamı pek bi çekici buluyorlar... Otelin çalışanları durmadan gelip babamı öpüyorlar!!!! 

Hiç unutmadığım bir sahne vardır, garson hatun yemek servisini bırakıp babamın başını öpmüştü!!! Anneme hiç kıskanmadın mı diye sorduğumda yooo demişti! :))) Keltoş mimar bey bek bi cazip gelmişti Romen bacılaraaaa!!! Abboooowwwww!!! 

İçim biraz buruk, yıllar sonra en güzel anılarımın olduğu yere gitmek ruh dünyamı biraz karıştırmış durumda... Tokansan ağlayacağım! Allahtan kimseyle iletişim kurmadan yolculuk yapıyorum da kimse yanlışlıkla su bile istemiyor benden!!! :ppp

Abeee bu çingenler bile AB'de be yaw! düşüncelerimle yol alıyoruz Romanya'da. Osmanlı pek buraya yatırım yapmamış... Adam tayin edip yönetmiş... Osmanlı'dan pek bişi yok yani... 

İlk durağımız Karadeniz'in en önemli limanlarından olan Köstence oluyor. Tuna'dan gelen gemilerin yükleri Köstence limanından dünyaya dağılıyor... Ben ki liman şehrinde büyüdüm, Köstence limansa bizimkisi kayıkçı barınağı!!! Şehre girdik liman başladı, şehirden çıktık liman bitmedi abi!!! :))) 

Köstence'de ihtiyaç molası ve para bozdurmak için duruyoruz. Asıl durağımız ünlü Mamaia plajı olacak. Sanki babam beni orada bekliyormuş gibi içim kıpır kıpır... Bir an önce gidelim istiyorum... Ama bir yandan da ruh dünyamın karışıklığı yüzünden gitmeye tırsıyorum... :) 

Paralar bozduruldu, çişler edildi ve Almanların ünlü simidi Brezel'e benzeyen simitlerden alındı. Tadı aynı değil görüntü aynıydı. Bir yere gidiyorsanız güzel olsa da olmasa da yerel ürünlerini denemelisiniz... Sevgili turumun kadınları başladı dırdıra! Aay tadı ne biçimmiş diye!!! Ben mi dedim peşimden gelin de aldığımı alın diye!!! 

Türk milletinde var böyle bi sürü psikolojisi! Uzaktan beni kesip, bişiler alırken damlıyolardı yanıma!!! Ne yiyosam, ne içiyosam nasıl, güzel mi vs. gibi soru yağmuruna tutuyolar... Nerden bilim senin ağzının tadını!!! :))) 

Neyse efem, yüreğim pır pır bir yanı lagün diğer yanı plaj olan ünlü Mamaia sahiline geldiğimizde hoca gurubundan bir kaç hatun arıza çıkarmaya başladı. 'Köstence'de az kalmışız! Burda ne işimiz varmış! Alışveriş yapacakmış'!!! Eeeen sinir olduğum şey gezerken alışveriş derdi!!! Almam gereken çok mühim bir şey yoksa alışveriş benim için en son şeydir! İlk defa geldiğin ülkeyi gezip görmek varken, dükkan dükkan dolaşmak neeee?!?! 

Neyse efem, rehberimizin buluşma saati vs uyarılarını dinlemeden atıyorum kendimi otobüsten dışarıya! 

Benim Mamaiam yok! Her yer otel, otel, ev! Yıllar önce şirin kiki-carların dolandığı yollarda şimdilerde ulaşım teleferikle sağlanıyor! Abbooooww!!! Gelişime-değişime bak sen!!!

Koştura koştura sahile çıkıyorum!
Olm bu nasıl kumsal yaaaaa!!! Bembeyaaaaaz!!! Ve Uçsuz bucaksız!!! Bizim Karadeniz'in kumsalı adını aldığı deniz gibi siyah kumludur! Burası okyanus kıyısı tadında!!! 

Amma derin sahil şeridi! Koş koş denize varamıyorum bi türlü!
3.5 yaşındaki Ozy'nin üstsüz pozlar verip, ilk Alman sevgilisini yaptığı plajdayım!
Yine üstsüz pozlar versem, yine bi Alaman yar yaparmıyım acaba? :ppp :)))) 

Kumsala çöküp oturuyorum... Gözlerimde yaşlar birikiyor ama yüzümde koskocaman bir gülümseme!

Babam erkenden ölmeseydi yaşayacağımız hayat, o tarifi zor özlenen 'tamlık' duygusu... 

Cıks! Ağlamak yok! Kalk ve keyif yap!
Bata çıka bir cafeye gidiyorum... Ooooo Romen gençlik süper! Plaj üstüne kurulmuş disco çadırlarda 'disco disco partizani' modundalar!
Olm ne güzel bir yer burası! Tur gitsin, sırtımdaki kaplumbamı koyayım bi yere ve bende kopim Romen gençleriyle!
Süper bi cumartesi! 
Bilmediğimiz, görmediğimiz topraklarda kutlanan hafta sonları...

Buz gibi beyaz şarabımı babamın şerefine kaldırıyorum, müzikle tempo tutarken...
Gitmeseydin beaaa... Yarım-eksik-hafif arızalı-aidiyetsiz olmazdım o zaman... Ama kader-kısmet buymuş derken, hobaaaa gidiyoruz diye çığırtılar duydum!  Neeea bu kadarcık mı? Daha 2 yudumcuk içtim şarabımdan! Önce arabeske bağlayıp sonra normale dönecektim ben yaaa!!! 

Böööööğ!!!
Babacım şerefine diyip, kocamaaan bardakta getirdikleri beyaz şarabı fondip yapıyorum!

Tadı damağımda kalmış, ruhumun çalkantıları sakinleşememiş, hiç bir şey anlamadığım Mamaia sahilinden ayrılırken başım otobüsün penceresine dayalı 'öpüjeeem ben seni mammamiaaaaa' modunda, anamı da alıp gelmeli, ana-kız önce bi arabeske bağlayıp sonra çokta fifimizdi moduna girip güzelim sahilde eğlenmeliyiz diye düşünürken Bükreş'e doğru yola koyulduk...

Bükreş! Çocukluğumun liderlerinden Çavuşesku amcanın şehri! Sosyalist dönemin en en anıtsal yapılarının bulunduğu şehir! Bi mimar ve gezgin olarak görülmesi gereken... 

Şehre girerken bizleri karşılayan Sosyalist dönem mimarisi meslekten tiksindirici boyutta! Tamam maksat konut yapmakta bunlar... Ayyy bakamayacağım wallahi billahi!!! 

Şehre akşam üstü yağmurdan sonra vardık. Sosyalist romantizmi diye bir şey varsa durum o! :)))

Heybetli, çirkin binalar, yağmurun ıslaklığı, hafif ısıran bir hava... 
Sarı ve kara!
Bükreş'i tanımla deseler sarı ve kara derim.
Sosyalist binaların sarısı ve yağmurdan sonraki akşam üstünün karası...

Rehberimizin eşliğinde (bu sefer uslu oldum sıvışmadım :)) )eski şehri gezintiye çıktık. Küçük bir adacık... Sosyalizmin girmediği bir ada! Binalar güzel ama cıks! Bükreş beni tavlamayı başaramadı! Sadece ünlü Kazıklı Voyvoda'nın heykeli ucundan acık etkiledi beni! :) Yakışıklıymışsın be panpaaa şeklinde ilgimi çekip sosyal medyalarımda geyikler çevirmemi sağladı ve en çok talep gören fotom oldu! :)))  

Saatlerdir yolda olmak, beni etkileyememek, açlık ve alkolsüzlük gotik sever bir mimar olarak beni Caru'cu bere'ye yollandırdı. Tavsiye ediyorum efem, gidin! Yemek yemeseniz de mimarisini görmek için gidin!!!  1800'lerde kurulmuş restoran hem mimarisi ile hem de lezzetleriyle memnun kalacağınız bir yer!

Annem Romenlerin elma şarapları güzel demişti... Mönü de gördüğüm meyveli likörlerinden önce tadayım dedim... Allahım bu ne yahu? Kocman bardakta taynicik bir şey geliyor ve ilk yudumla sizi alıp götürüyor! Ben ilk yudumda meyvecik likörlerinin kafasını sevdim! Tamamdır dedim bu günün ruh haline bu işte!!! 

Likörüm bitmeden yerel biralarından ve ev yapımı domuzcuk sosislerinden söyledim. Nefisti!

Burda bi uyarı yapmak istiyorum, Bulgaristan ve Romanya'da yemeğin yanına istediğiniz maydanozcuk bile parayla! Turdan bir kaç kişi kalkanlarının yanına soğan isteyip de parasını aldılar diye baya bi şaşırıp söylendilerdi... Yancı her şey paralı panpaaa!!! :))) Ona göre! :) 

Karnımı ala bir keyifle doyurduktan sonra ünlü sarayı fotoğraflamak için 3 kmlik bir yol kat ettim. Anaaam kadraja sığmadı bina!!! Fotoğrafını çekicem diye çamurlara mı girmedim, çiçekleri mi ezmedim!!! :))) 

Bu arada eski kent merkezinden saraya giden yolda bir şehircilik var kiiiiii, yine bi biz öğrenemedik şu işleri diye baya bi söylendim!!! Her iki tarafında yeşillikler, yürüyüş ve bisiklet yolları olan geniş bulvar heybetli ötesi saraya açılıyor! 

Tabi insan çingen yeaaa dediklerinin bir şeyleri başardığını görünce üzülüyor... Ve bu üzüntü en iyi bir Irish Pub'da çıkar diyor... :))) Uuuuw beybiii !!! Bira sever kadınım mukadderaaat !!! :) Otele gidiş saatine kadar ayriş ayriş keyif yapıyorum...

Otel teeee bilmem nerede! 
Daha önce Bükreş'e gelmiş eş-dost gece kulübü adresi yollayıp duruyolar! Duruyolar da imkan yok gitmeye! 

Başka bir zamana kısmet diyerekten otele yollanma vaktinde ayaklanıyorum pubımdan...

Rehberimiz, Kafka vari bir tat bulduğunu söyledi Bükreş'te... Düşününce evet... Ama ben sarı-kara ve ıslaklık haricinde pek bir şey diyemeyeceğim.

Heybetli ötesi sosyalist binaları görmek güzeldi...
Şehirden ayrılırken ki yorumum, CNNworld weather channel report'tan bir başken gördüm şeklinde oldu...

Böylesine yoğun bir programla değil, daha sakin bir programla şehri ve Romanya'yı görmek hoş olabilir... Gördüm tıkını atıyorum ama yarım atıyorum...

Mamaia beach'i adam gibi görmek, lagün tarafında da dolaşmak gerekiyor...
Bükreş'te gece kulüplerinde belki Çavuşesku amcanın hayaletiyle dans etme şansı vs... 

Bir ara Romanya yeniden diyorum... ;)

11 Mayıs 2015 Pazartesi

Bulgaristan-Romanya 1. tefrikaaaaa

Girit gezimi yazmayı bitiremeden, 1 Mayıs için 3. defa Cuba yerine Bulgaristan ve Romanya turuna gittim. ;)

Wallahi aklımda yoktu bir yere gitmek… Annem, çocukken gördüğün Romanya’yı görmelisin diye tutturdu ve beni tamam demeden Gezinomi’nin otobüsle 4 günlük Bulgaristan-Romanya turuna kaydettirdi.!

Gezinomi’yi duymuştum, hatta tur şirketi olan bir arkadaşımın internet sayfasını adam etmeye kafamı taktığımdan kendilerini internet üzerinden takip etmişliğim çoktu ama onlarla seyahat cıks!

Perşembe-Pazar klasik 4 günlük seyahatimize yol üstünden toplanarak başladık. Otobüse bindiğim de otobüs neredeyse fuldü. Anaaam Anadolu yakası sakinleri Avrupa yakasından çok geziyor dedim!

Sadece hostes koltuğunun boş olduğu otobüsümüzle, İstanbul’u terk edenlerin gece yarısı yarattığı trafik eşliğinde şirin sınır kapılarımızdan olan Dereköy’e doğru yola koyulduk.

Dereköy’den ilk defa çıktım. Galiba bir gezgin olarak Trakya'daki tüm sınır kapılarını deneyimlemeyi Dereköy ile yaptım! Aaa bir gezgin için böyle tayni deneyimler önemlidir… Eksik kalmasın bişi… :P

Klasik gümrük işlemleri eziyetinden sonra Bulgaristan’a adım attık. Günün ilk ışıklarıyla ilk durağımız Nessabar oldu. Nessabar’a giderken yol manzaramız harikaydı. Gözlerimi kapamamak için çok direndim. Balkanlarda olduğunuzu her hücrenizle hissettiğiniz orman manzarası harikaydı! Ben Bulgarları dedeme yaptıkları işkenceden dolayı pek sevmiyorum ama Bulgaristan’da yol yapmayı çok seviyorum. Bir kere daha ailem izin verse de motorcu olsam havayı-rüzgarı-doğanın kokusunu hissede hissede şu yollarda yol yapsam diye düşünürken zzzzz oldum!

Yaşlandım bebeğim artık! Nerdeee o eski proje teslim zamanlarındaki sabahlamalar, uykusuz yol yapmalar… Uykusuzluğa gelemiyorum artık! Geeençken limiti çok zorlamışım… :( 

Nessabar eskiden bir adaymış… Hala daha bir ada ancak, karaya yakın bir ada olduğu için kara yoluyla yarım adacık olmuş günümüzde.

Hıristiyanlık alemi için zamanında mühim bir adaymış… Adım başı kilise dolu. Muhteşem bir yer! Osmanlı sivil mimarisinin nefis örnekleriyle antik çağdan kalma kilise kalıntılarıyla dolu bir yarım ada!!!

Samsun doğumlu olarak Karadenizli sayılacak bendeniz, Karadeniz’deki bu tayni adaya vuruldum!
Balıkçılarına, balık restoranlarına, kentsel düzenlemeye, antik kalıntılarına, Osmanlı'dan hatıra kalan mimarisine… Vuruldum!

Balkan turu yapmış olanlar bilirler, Anadolu’da koruyamadığımız Osmanlı sivil mimarisinin en güzel örnekleri bu topraklardadır. Ohrid mimarlar ve mimarlık öğrencileri tarafından görülmesi gereken bir açık hava müzesidir! Cengiz Bektaş’a Osmanlı’nın evlerini bizim diye satmaya kalktıkları bir sempozyum hikayesi vardır ki, bizden daha iyi koruyup-kollamalarına-sahiplenmelerine acı bir örnektir!

Normalde milliyetçi olmayan benim bu topraklarda milliyetçiliğim tavan yapıyor! Eeee dedelerim bu topraklardan! Tipik bir Osmanlı torunu-Balkanlıyım! : )))

Sosyal içerik mesajlarımı bırakıp Nessabar’a dönüyoruz efem; Şans eseri rehberimiz mimarlığa sevdalıydı. Onu dinlemek-öğrenmek pek hoş olacaktı ancak ilerleyen yazılarda daha detaylı bahsedeceğim diğer yolcular yüzünden otobüsten inip 5dkcık rehberimizi dinledikten sonra guruptan sıvıştım!!! Aaaaaa yeter yahuuu! Tek başına gezmeye alışkın bir gezgin için turmuş-ilgi-alanları farklı eş-dostmuş daral getirttiren bi işkence!

Tarihi geçmişi dinlememiş olsam da sonuçta gezgin bir mimardım. Az çok ne nedir ne değildir biliyos! Karadeniz’e bakarak ayak üstü yaptığım kahvaltıdan sonra kendimi adacığın sokaklarına teslim ettim!

Balkanlarda güzel kahve yapılamıyo anacım!!! Kaç paraysa vermeye razıyım ama cıkıs! Güzel bir kahve içip afyonu patlatamadığımdan klasik huysuz Ozy homurdanmalarımla hem yarı prof makinem ile hem sosyal medya takipçilerime anında yayın yapayım diye telefonumla milyon tane fotoğraf çekmeye başladım.

Çok erken bir saatte, yağmurdan sonra orda olduğumuz için fotoğraflarım çok nefis olmadı. Işık-açı-gak-guk uğraşamadım. 
Adanın Osmanlı izleri taşıyan daracık sokakları o kadar güzeldi ki 2 saat değil anca tüm gün geçirmem gerekirdi burada!  Otur sketch yap! Ama vakit yok! :(

Osmanlı’nın evlerini, Antik kilise kalıntılarını arkamda bırakıp koştura koştura sahile indim. Karadeniz’de büyüdüm ben! Burası Karadeniz olamaz canım! Denizle yaşamayı bir biz bilmiyoruz!!! O kayıkların güzelliği… Karadeniz manzaralı restoranların ‘Karadeniz ürünleri’ yazan menüleri… Sahile çekilmiş mavi boyalı kayıklar beni Essaouira’ya götürdü… İç denizde değil okyanus kıyısındayım sanki!!!

Bulgaristan’ın Karadeniz kıyılarını keşfedin derim ben!
Park sorunu yüzünden arabayı satınca, bu kadar burnumuzun dibindeki güzelliklere anca eşin-dostun arabasıyla yada turla gidebilmek çok kötü! Hafta sonu ne yapıcam deme al vizeni al arabanı gel!

Beni de al tabiiiii yanınaaaaaaaa ey okuyucuuuu!!!! : )))

Tadı damakta kalan Nessabar’dan Varna’ya doğru yola koyulduk.
Ex bir kentsel tasarımcı mimar olarak şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, Bulgarlar kadar olamamamız büyük utanç olmalı!
Eski kent dokusu korunmuş, AB’den alınan paralarla restorasyonlar-meydan düzenlemeleri yapılıyor. Neo-klasik bir opera binası var ki, kaldırım çalışması yapan ustaya al o taşı at kafama demek geliyor içimden!!!

Gezgin olunca ora-bura birbirine benzetiliyor… Bir parkı var Varna’nın canımı St.Petersburg’a gitmek istetti!!!

Eski kent dokusundan parka çıkıyorsunuz, parktan geçip  sahile, büyüdüğüm ama benimkisiyle alakası olmayan Karadeniz’e!!!

Park bitiyor ve yüksek duvarlar çıkıyor karşınıza!
Ne alaka oluyorsunuz? Eeee sahil nerede… Biraz yürüyünce duvarlardaki açıklıkları görüyorsunuz… Kafanızı uzatıp şöyle bir içeriye bakınca, bembeyaz kumsalın üzerinde memleketinizde pek az rastladığınız türden beach cafelerin olduğunu görüyorsunuz! Anaaaaa ne güzeeeel looo !!!

Palmiyeler, ahşap oturma üniteleri, bar, sahil, kara değil masmavi ve ‘uysal’(!!!) Karadeniz!
Sahil sizi kendisine çekiyor…
Gel diyor gel…
Gidiyorum…
Sırtımda koca kaplumbağam, ayağımın altındaki beyaz kumlara bata çıka Karadenizime doğru koşuyorum.
Yüzümde salyalarımın aktığı koskocaman bir gülümseme!
Yok lem burası Karadeniz olamaz walla!!!
Çocukça bir neşeyle sahil boyunca yürüyorum, sonra gözüme kestirdiğim bir restorana giriyoooor ve vakit keyif yapma vaktidir diyorum.
Buuuz gibi bir Bulgar birası söylüyorum önce… Beyaz kumsala doğru ayaklarımı uzatıp free wfi eşliğinde çocuksu neşemi sosyal medyalarımda paylaşmaya başlıyorum…

Karadeniz’e gelip de balık yenmeden olur mu olmaaassss! Hamsinin gücüğü bizim galiba gümüş dediğimiz balıktan sipariş ediyorum. Etrafımda Bulgar kedileri, ayaklarım Karadeniz’e uzanmış, ellerimle çıtır çıtır doğduğum denizimin balıklarını indiriyorum mideme!

Keyfim ala… Arada kentsel tasarımcı yanım durmayıp çizim de yaptırtıyor bana! Bir yandan da Karadeniz sahillerini adam ettik diyerek mok etmişlere laflar sokuşturuyorum sosyal medyalarımdan!

İstanbul 1 Mayıs eğlencesine başlarken ben bambaşka bir eğlenceyim!
Keyfim ala iken arka masama turdan bir gurup geliyor! Güzelim keyfimin içine ediyorlar! Bizim millet sessizce keyif yapmayı bilmiyor! Henüz benim turdan olduğumu keşfedemedikleri için yediklerime atıp tutuyorlar! Kızartma güzelmiymiş acaba, balığın içini temizlemişler mi? O şöyle yermiş, bu şöyle pişirirmiş… Bira içmezmiş! Zıkkımın kökünü iç beaa kadın! Azcık sessiz yahuuu!!! Eeef midemi bulandırdınız!!! Şeytan kalk kucaklarına kus diyor!!!

Allahtan kucağa mucağa kusmadan otele gitmek için otobüse gitme vakti geldi! 
Varna ve çeversi Bulgaristan’ın tatil cennetiymiş. Sezon 15 Mayısta açılacağı için şu an her yer tenhaymış! Biz de Karadeniz için 15 Mayıs erkendir… Neyse ba nee… 
Varna’nın Golden Sands denilen sahil bölgesine doğru yola koyuluyoruz… Yeşil, yeşil, yeşil her yer yeşil! Ne güzel ülkesin yaaa!!! Yeşillikler içinde tırmanıyoruz, iniyoruz veee sahildeyiz! Mimari doku pek şahane değil… Yeni yapılanlar veya elden geçirilenler eh güzellikte. Otellerin önünde yürüyüş yolları ve yolun arkası sahil… Sahil üzerinde bir sürü kafe, çeşit çeşit plaj eğlencelerinin yapıldığı mekanlar…

Odama valizimi attığım gibi kendimi sahile vuruyorum. Yağmur yok ama hava ısırıyor… Yürüdükçe ısınıyorum. Sahili bizden daha iyi kullanmayı başarmışlar ancak mimari hatalar çok… Amaaan elin kentsel planlamasından sana neeee diyip nefiiisss bir domuz çevirmenin önünde duruyorum! Allahım seni yerim ben! Yerim ama Karadeniz’e gelip, Bulgar’ın kalkanını yemeden olmaz! Domuzcuğa başka sefere diye göz kırpıp Bulgar birası ve kalkanı eşliğinde keyif yapıyorum.

Fena değildi. Yediğim yerin azizliği de olabilir… Olsun. Dedemin ruhuna gitmesini dileyerek kalkanı mideme indirip, uykusuzluğa daha fazla dayanamayacak olan bedenimi otele atıyorum. Saat 10'da Karadenizimin derinden gelen sesi eşliğinde çoktaaaan rüya alemine dalıyorum...

Karadeniz manzaralı odamda gün doğumuna uyandığımda vakit olsa da sahil de yürüsem diye hayıflanıyorum… Balkonumdan gün doğumunu izlerken sporcu Bulgarlar çoktaaaan sahilde koşuya çıkmış... Onları pek bi kıskanıyorum.... Sahile inip deniz kabuğu toplama arzumu bir dahaki sefere bırakarak kahvaltıya iniyorum.... 

Amanın!!! Sabah sabah kahvaltı salonunda ciyak ciyak yer tutma savaşları!!!! Gören de denize sıfır bir manzara var sanacak! Manzara; teras ve yol!!! 

Türk milleti sukuneti bilmiyor! Ne ara afyonu patlattınız da bu kadar enerjik carlıyosunuz? 
Eğitimci okuyucularım çok bozulacak ama turda iki ayrı eğitmen gurup vardı. Ve her iki gurupta ses seviyeleri bakımından eş değer felaketteydiler!!! O sabah bilmiyorduk ama ilerleyen zamanlarda iki guruptan da çook çekecektik biz gurupsuz faniler ve rehberimiz!!! 

Yüksek volum eşliğindeki kahvaltıdan sonra yola çıktık. Yol uzun... Bugün yıllar sonra yeniden Romanya’ya ayak basacağım… Babamın anıları eşlikçim olacak... 

Güzel Varna'ya veda ederken, şirket arabasını yurt dışına çıkarmak için gerekli evrakların araştırmasını yapıyordum :) Bir daha arabayla ve annemle... 

Şimdilik bay bay Bulgaryaaa....

Gezgin notu: Bulgaristan’da avro her yerde geçmiyor. Para bozdurmanız gerekiyor. Restoranlar da avro geçiyor ama para üstü kendi paraları ile oluyor.

Romanya’da da avro her yerde yok….
Kısaca bol para bozdurmalı, hangi kağıt parçası hangi ülkenindi yahuuu şeklinde beyin jimnastiği bol bi gezi oluyor! ;p

Şimdilik bu kadar, Romanya bi sonraki yazı olcik inş. Mşl. :))