Essaouira Fas'ın süprizlerle dolu bir ülke olduğunun kanıtı!
Yüzyıllardır bu topraklar üzerinde yaşamış uygarlıkların nefis bir melezi...
Okyanus severmisiniz bilmem... Ben severim... Kendisiyle 19 yaşımda İngiltere'de tanıştığım günden beri pek bi sever, cazibesine kapılırım giderim... Gel-git keyfi, gel-git yüzünden icat edilenler yapılanlar vs... Du yaw bi ara bu konuda yazim ben :) Neyse konumuza dönelim;
Okyanus kenarı eski bir Portekiz kenti, Afrika'da, müslüman bi ülkede... Ekiiistıra tur olsada gidilip görülmesi gereken diip avrolarıma kıydığım iyikide kıydığım bir kent Esaouira!
Berberi lehçesinde güzel tasarlanmış kent anlamına gelen, adını bu kadar hak eden başka bir kent olamaz bence... Şu Berberiler 'genius loci' olayını iyi çözmüşler sanırsam... Bi Berberi ile oturup sohbet etme imkanım olmadı... Olmasını isterdim... Neyse konuya dönim... (anlaşılan bu yazıyı yazarken konuyu çook dağıtıcam, yazar uyarsın geniş zamanda okuyun bari bu yazıyı)
Neredeyse kenti ele geçirmeyen kalmamış... Eeee su kenarı, ticaret yolu üzeri... Kaçırır mı millet! Kartacalılar, hiç bi yerden eksik kalmayan Romalılar, Berberiler derkeeen 1740 yılında Portekizliler gelmişler...
Ve kent nefis bir melez güzeli olmuş sayelerinde... Ne Arap, ne Portekiz... Tam yerine uygun, yerine has tüm uygarlıkların izlerinin olduğu sizi gülümseten, bi yaz inşallah bi gün para biriktirirsem bi okyanus tatili için buraya geleyim dediğiniz bi yer olmuş...
Walla dünyayı keşfetmek için geç kalmışım... Anam keşke erken doğursaymış beni bi Santorini'de bir de burada yıllar önce gelip 'bakir' halini görmek harika olurmuş dedim!
Ünlüler ben daha portakal bile değilken burayı keşfetmişler, tadını sürmüşler... Şimdilerde hepimizin elinde akıllı telefonlar ve herbirimiz bir paparazi olduğumuzdan eski huzurlu-kaçış-kimse bizi burda tanımaz-bilmez hali kalmamış... Ben ünlü olsam gitmem mesela! :p
Fas'ın Avrupa ile bağlantısını sağlayan bu tayni şirin kente limandan giriş yapıyoruz. Sol yanımızda beyaz köpüklerini sevinçle üstümüze fışkırtan Atlas Okyanusu eşliğinde bizleri okyanusa açılıp balık tuttukları mavi kayıkları karşılıyor. Onlara tam olarak kayık denemez... Kayığın irisi diyelim... :) Kobalt mavisi, suyun içinde, dışarda yüzlerce kayık irisi... Nasıl nefis bir manzara... Turla gelmemiş olsam bir günümü liman girişinde geçirir güneşe göre her saat yüzlerce fotoğraflarını çekerdim!
Kobaltın baştan çıkarıcılığından gözlerimi ayırdığımda, eski bir tanıdık göz kırpıyor... Lizbon'u bilirmisiniz? Bilirseniz şirin Belem Kalesini de bilirsiniz... Hıh Portekiz mimarisinin tipik izlerini taşıyan Essaouira surları ve uzakta okyanusun neşeyle duvarlarını dövdüğü kale!
Bir anda canım yeniden Portekiz'e gitmek istiyor. Ben Portekiz'i çok sevmiştim. Bu arada Blogta Portekiz yazımı bulamadım. Zannedersem bir ara bloglar kapandığında uçan yazılarımdan olmuş çok üzüldüm :(
Solunuzda beyaz köpükler, şansımıza güneşli ama esen ısıran demicem hafif hafif donduran bir hava eşliğinde kaleye doğru yola koyuluyoruz.
Öyle şirin bir yerki! Beyaz köpükler, beyaz binalar, Portekiz ve Arap-Endülüs izleri... Bir mimar olarak en sevdiğiniz oyun bahçesindesiniz!
Fotoğraflamaya doyamıyorum! Bir duvar kenarına çöküp saatlerce sketch yapmak istiyorum!
Ben daracık yolları süprizli avlulara açılan bu kentte bir oda tutup yaşamak istiyorum!
Biraz pis sokaklar...
Müslümanlık ve temizlik, dinin şartlarından olsa da başaramadığımız bir şey...
Nereye çıktığını bilmediğim labirent sokaklarında duvarları elleye elleye dolanmak, kaybolmak istiyorum...
Ama vakit sınırlı... Yapmak istediğim bir kaç şey var... Sokaklarında dolanmak, nefis deniz ürünlerinden yemek, cafelerinden birinde oturmak veeee Okyanusa gitmek!
Ama nedense turdaki diğer yalnız kadınlar tarafından pek bi çekim alanıyım...
Hepsi bir kere bana yanaşıyor birlikte dolaşalım diyor...
Ben arıza gezginim! Kimsenin ayağına uyamam! Hiper bişeyim gezginken... İlgi alanımı-vaktimi bölecek şeylere tahammülüm yok! Ama adım yabaniye çıkmasın diye uslu kız rolüne bürünüyor, yalnızlardan bir tanesine izin veriyorum... :)
Beraber dolaşmanın tek iyi tarafı fotoğraf çektirtecek birinin olması o kadar! Boydan-postan bi kaç fotoğrafımı çektirdikten sonra içimdeki huysuz kadın hadi ayrıl şundan tek başına dolan demeye başlıyor... :) Ama içimdeki huysuz haklı, her dükkana girip terlik bakmaya başlayınca bana geliyorlar! Benim için alışveriş en son şey!
Biraz alçakça ama ben yan sokaktaki dükkana bakıp geliyorum diyip tüyorum...
Beyaz duvarlı, nefis kapılı pis sokaklarda kocaman sırt çantam ve ben...
Meydanlardan birinde bir cafeye çöküyorum. Neredeyse en salaşı! Bir kaç adım öetedeki şık cafeleri değil canım orayı istiyor... Eski coca-cola masalar, pis plastik sandalyeler... Hiç birşey umrumda değil... Black bi nıs nıs söyleyip bir sigara yakıyorum... İnsanları izliyorum, başımı yukarlara kaldırıp oturduğum yerden fotoğraf makinemin zomuyla detaylar çekiyorum...
Hayat basit ve sade ne güzel... Okayanus duvarların ardında kaldı ama rüzgar onun kokusunu getiriyor... Yüzümde bir gülümseme, bacaklarım donmuş durumda ama nasıl mutluyum!
Kahve keyfinden sonra nefis bir ziyafete doğru yola koyuluyorum... Şık bir restoran yerine kentin girişindeki salaş balıkçılara doğru gidiyorum. Rehberimiz onları tavsiye etmişti...
Denizden babam çıksa yerim! Allahııım binbir çeşit balık ve kabuklu! Hangisini yesem? Hepsini yeseeeeem!!!
Rehberimiz Bora bey, balıkları seçip pazarlık yapmalısınız demişti... Gözü dönmüş deniz mahsülleri canavarı olarak jumbo karides, kalamar ve tayni bir istakoz seçip pazarlığa başlıyorum... Aslında pazarlık umrum değil... Adam ne dese vericem! Öyle nefis, öyle canlılar ki! Pazarlığı pek uzatmadan ağzımın sularını tezgaha daha fazla akıtmadan orta karar bi fiyatta anlaşıyor ve binbir millletten insanın bir arada keyifle balıklarını yedikleri masalardan birine geçiyorum... Karşımda parmaklarını yalayan bir Alman var... Biraz sonra ızgarada pişmiş siparişlerim gelince bende onun gibi yapacağım... Yooo bebeğim burada elle yenir!!! Jumbo karidesleri elle yemedikten sonra yemeğin daha iyi!
Fix menü salatam ve nefis ekmeklerim önden geliyor, onlarla altlık yaparken barakanın dibindeki mutfağı izliyorum... Balıklar seçiliyor tartılıyor, pazarlık yapılıyor sonra hoop mutfağa... Barakanın ayıklama şefi tık tıık hızlı bir şekilde ayıklama yapıyor ve ızagara başındaki şefe veriyor...
Dünyada keşfedilmeyi, görülmeyi bekleyen ne hayatlar, tadılmayı bekleyen ne lezzetler var... Sponsor bulmalıyım kendime! Teeez... :)
Tanrım, ızgarada pişmiş siparişlerime 2 tanede balık eklemiş balıkçı... Jest yapmış... Ooooy ooy oooy... Gidip yemelisiniz! Ben keyifle parmaklarımı dişleme tehlikesi atlattığım lezizlikleri yerken rehberimizin peşinde tur beliriyor... Anaaaam walla bazı insanlar köpek balıklarına yem olmalı! Balıkçı neredeyse kesip tezgaha taze avlanmış Türk diye koyacaktı bir kaç hatunu! Barakaların girişinde balıkların fiyatı yazılı... seçtiğin balığın kilosuna göre hesap-kitap yapılıyo... Cebindeki neyse ona göre yersin içersin... Sanki hiç balık almamış, sanki balık kilo ile satılmıyo! 40 tane şey tarttırtıp vaz geçtiler... Bu arada yan gözle bana bakıyorlar bende inadına parmaklarımı ağzıma sokup yalıyorum, Almanlardan sonra masama oturmuş İtalyanlara da bene beneeee molto bene diye laf yetiştiriyorum! :))
Neyse efem, leziz ziyafetten sonra kendimi okyanus kenarına atıyorum...
Rüzgara rağmen güneşlenenler, sörf yapanlar...
Up uzuuuun kumsal...
Beyaz köpükleriyle gel bizimle oyna diyen Atlas okyanusu...
İlk başta su buz geliyor... Ama pek bi keyifli koca dalgalarda, yürümek, koşmak, zıplamak!
Geri dönmek istemiyorum...
Küçücük melez kentte yapacak o kadar çok şey varki...
Sizi bilmem benim için vardı...
Günü okyanus üstünde batırmak, leziz kabukluları keyifle yerel şaraplarla yemek, vakit sıkıntısı olmadan labirent sokaklarda kaybolmak, üşenmeden alet-edevatlarını getirmiş ressamlarla gördüklerini kağıda aktarmak... Kobalt mavisi iri kayıkların üstünde batan güneşin renk oyunlarını izlemek, martılara ekmek atmak, okyanusun kıyıyı döven neşeli beyaz köpüklerine neşeyle eşlik edip tüm derdi tasayı okyanusa atmak...
Dünyada görecek çok yer var...
Huzurlu, basit ve sade...
Rüzgarın getirdiği umut, beyaz köpüklerin hissettirdiği neşe...
Essaouira melezliğin tadı damağınızda kalan kent...
Fas bin bir çeşit süprizli ülke...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder