Etiketler

1 Mart 2012 Perşembe

Siz Çekoslavakyalılaştıramadıklarımızdanmısınız?

Parag, Orta Avrupa’nın masal kenti…

Orta Avrupa’nın masal kenti Prag’a ikinci gidişimde tutku derecesinde aşık olarak geri döndüm.

İlk gidişim 2005’in Kasımıydı. Sonbahar sonu kış başı… Çok soğuk değildi ama burası baharda çok güzel olur, baharda yeniden görmek gerekir demiştim…
Ve gördüm…

Bahar daha doğrusu Avrupa’ya erken gelen yaz bu masal kentine çok yakışmış… Güneşin sarıya boyadığı kent, cıvıl cıvıl her renk ve türdeki insanlarla dolup taşmış durumda. Kenti ikiye ayıran Vltava nehri kıyısında yer alan parklardaki bahar dalları, meydanlardaki göstericiler, neredeyse her köşeden duyulan Bach, Dvorak melodileri, Bohemya kristallerinin ışıltısı…

Prag nasıl anlatılmalı ne demeli?
Sakin, huzurlu, hayatın telaşla akmadığı, gerçekle masalın birbirine karıştığı
Prag, bir mimar ve sanat tutkununa çok şey vaat ediyor… Açık hava müzesi gibi olan kentte hem gözleriniz hem kulaklarınız bayram ediyor… Bir çok konser, gösteri… Ee birde güzelim biralarını da eklersek…İnsan daha ne ister?
İster ister Karel köprüsünde öpüşmek ister ! : )

Bir masal kitabının sayfaları arasında dolanıyormuş gibi hissettiğiniz, muhteşem bir ortaçağ kenti olan Prag’ta bir çok mimari akımın izlerini görebiliyorsunuz…
Romanesk, Gotik, Rönesans, Barok, Art nouveau…

Ben Gotik tutkunu bir mimarım… Ve Ortaçağ en çok ilgi duyduğum dönemdir. Bayılırım ortaçağ hakkında film izlemeye, okumaya, kaleler ve şatolar gezmeye…
Gerçekleştirmek istediğim en büyük keyifli hayalimde İskoçya’da mümkünse en az hayaletsizinden bir şatoda bayağı bir süre yaşamak ! : )

Prag’ta Ortaçağın izlerini günümüzde de hissediyor ve yaşıyorsunuz…
Daracık, kıvrımlı taş kaplı sokaklardan geçiyorsunuz, tam kayboldum derken, etrafı dantel gibi işlenmiş taş binalarla kaplı, küçük bir avlu çıkıyor karşınıza, başınızı yukarı kaldırdığınızda sivri uçlu kulelerle güneşin dansını görüyorsunuz, at nallarının çıkardığı seslerle (turistik faytonlar hala eskinin hayaletleri gibi dolanıyor sokaklarda) kıvrımlı sokaklarda dolanırken hiç ummadığınız bir yerden taş binaların arasına saklanmış gotik kiliseler çıkıyor karşınıza…

Her adımda geçmişi kurguluyorsunuz. Yapıldıkları dönemdeki yaşamları… Uzun etekli kadınları, at arabalarını, o zamanın ihtişamını, meşalelerle aydınlatılan sokaklardaki ışık oyunlarını…Yani benim gibi bir ortaçağ manyağı değilseniz tabi ki kurgulamadan ‘aaa ne güzel’ diyip geçiyorsunuz…21. yüzyılda usunda benden başka ortaçağ imgeleriyle dolanan olduğunu pek sanmıyorum ya…

Reenkarnasyona çok inanmam. Ama illa var diyorsanız, ben derim ki Ortaçağ’da sivri uçlu kuleleri olan, sonsuza uzanan yeşil çayırların içindeki taş bir derebeylik şatosunda yaşadım. Mavilerdendim yani… ;)

Evet dönelim Prag’a…Çok fazla ortasından nehir geçen Avrupa kenti görmüşlüğüm yok… Bi Floransa, Bi Paris bi Londra… Ki Thames nehrini çok severim…Gel-git sayesinde nehir yatağında yürümenize olanak veren noktalarında kazık kadar olmama rağmen hala bıkmadan her sefer yürürüm… Paris deseniz Sen kenarındaki aşk sahneleriyle dolu filmler izleyerek büyümüş bizlere hep romantik gelmesine rağmen… Paragta Vltava nehrinde bambaşka bir büyü var… Ben Avrupa’nın en pis nehri unvanını almış olan Elbe nehrinin bir kolu olan şehri, ikiye ayıran Vltava’yla başka bambaşka bir şekilde aşık oldum…

Nehir üzerinde bir çok köprü var. Ama en önemlisi ve eski olanı, şimdilerde sadece yaya trafiğine açık olan ama bir zamanlar üzerinden yan yana dört atlı arabanın geçtiği söylenen Karel yani Charles bridge. Ben hayal edemedim dört atlıyı. Bana köprünün eni çok dar geldi. Ya eskiden atlılar küçüktü ya ben günün her saati köprü üzerindeki yere iğne atsan düşmez kalabalıktan dolayı doğru bir şekilde kestiremedim genişliği. : ) 

Mimar olarak eseflenilecek bir şekilde genişliğini kestirmediğim Karel köprüsü Eski ve Küçük Mahalleleri birbirine bağlıyor.
Muhakkak gidilip gezilmesi, kalabalığa rağmen keyifle bir kenara ilişilip gösteri yapanların izlenilmesi, ve olmazsa olmazı olan ezilme, hırsızlık vb. bir sürü olumsuz etmene rağmen azimle Aziz Jan Nepomucky rölyefini ellemek suretiyle dileklerde bulunulması ve muhakkak köprü üzerinde ‘bulmuşum sevgiliyi gelmişim ortaçağ dekoruna olmayan çatlasın’ denilerek bademcik ameliyatı yapılması gerekiyor. 

Maalesef ben bu seferde bademcik ameliyatı yapamadım. 3. gidişimde eskilerin de hıncını çıkarmayı umduğumdan yanımda yedek adamlarla gitmek niyetindeyim.
‘Bunun dudaklar hissisleştiiii, tat vermiyooo neeeext!’
Aa size ne be renkler ve zevkler gibi fentezilerde tartışılmaz canım! Hıh! :)

Vltava’nın her iki yanında Prag’ın mahalleleri yer alıyor. 5 bölgeden oluşan Prag’ta her bölge görülmeye değer.

Prag Kalesi ve Hradcany’de benim için çok önemli olan ve muhakkak görülmesi gereken, Prag’ın masalsı siluetini ikiz kule külahlarıyla oluşturan, muhteşem bir gotik şaheser olan Aziz Vitus Katedrali var. Katedral’in gülpenceresi ve vitrayları muhteşem… Saatlerce dışarıda ve içeride hayranlıkla dokunduğum ve oturup izlediğim, dantel gibi işlenmiş taşlar, zarif gotik tonozlar, payandalar ve çörtenler…Her defasında emeğe, işçiliğe, tasarıma, yeteneğe yeniden duyulan hayranlık ve şükran… Bir kaya bir taşa ve bir dantele nasıl muhteşemce dönüşmüş… 

Aziz Vitus Katedralinin sağından aşağıya doğru gittiğinizde karşınıza altın yol çıkıyor. Altın yoldaki pitoresk zanaatkar kulübelerini ve No:22de kalmış olan Franz Kafka’nın evini görmeden geçip gitmeyin… Altın yol ücretli… Ama size küçük bir sır saat 17’den sonra ücretsiz… Bence en güzel gezilecek zamanı da o… Kalabalık dağılmış oluyor… rahat rahat arzu ettiğiniz gibi gezme ve fotoğraf çekme şansınız oluyor…
Kale içinde yer alan Oyuncak müzesi de çocuklular tarafından gezilmesi gereken bir yer. Ben iki seferdir avlusunda soluklanıyorum… :)

Kaleden çıkıp eski merdivenlerden aşağıya indiğinizde Küçük Mahalleye çıkıyorsunuz. Merdivenlerden inerken durup Prag’ın güzel manzarasını izleyin…

Kalenin eteklerine kurulmuş olan Küçük Mahalle eski evler ve barok saraylar açısından çok zengin. Nehir kenarındaki kafelerde oturup eski şehir’in enfes manzarasını seyredebilirsiniz. Birçok güzel kafe var. Benim size tavsiyem neredeyse 70cmlik bir genişlikteki merdivenle aşağıya inilen ‘Vınarna Centovka’. Merdiven girişine konulmuş olan trafik ışıklarıyla insan trafiğini ayarlayan kafe küçük ama keyifli bir mekan. Trafik ışıklarıyla da çok ilgi çekiyor. 
Franz Kafka müzesinin bahçesindeki bir havuza işeyen hareketli iki erkek heykelini de görün. Müzenin avlusundan girilen restaurantta hoş.

Yürüyerek Karel köprüsünden Eski şehre geçtiğinizde ortaçağ sokaklarıyla tanışıyorsunuz.
Şehrin kalbi olan Eski şehir meydanına Karlova caddesini takip ederek ulaşıyorsunuz.

Prag’ın turistik atraksiyonu olan Eski Belediye Sarayı binasındaki astronomi saati bu meydanda. Her saat başı iskeletin çaldığı çanla 12 havarinin geçit törenine başlayarak saatin çaldığı ve horozun ötmesiyle sonlanan ve turistler tarafından deli gibi alkışlanan (!) saat en çok ilgi çeken, en çok kalabalığın önünde beklediği yer. 
Küçük, korunaklı, dünyada ama uzakta hissini yaşatan bu meydanı çok seviyorum ben. Fotoğraf makineme bakarak Astronomi saatine karşı fetişist duygular beslediğimi söyleyebiliriz. Saatin yüzlerce fotoğrafıyla dolu makinem : )

Saatin karşısındaki kafelere geçip saati izlemenizi tavsiye ederim. Benim tercihim, saati en iyi gören Kovarna. Ve orada buz gibi dark Krusovice içebiliyorsunuz… hııımm…

Oturduğunuz yerden faytonla şehir turu yapanları, sabırla ayakta rehberlik hizmeti vermek için pankart taşıyan rehberleri, akşamki konserler için broşür dağıtan eski dönem kıyafeti içindeki tellalları, her renk ve çeşit insanları, Pazar günü ise gelinleri seyredebiliyorsunuz…

Her yerde Çek biralarını bulmanız mümkün ama beğendiğiniz bir marka varsa itinayla onu arıyorsunuz. Benim tercihim Kurusovice ve Pilsner Urquell. Hazır bira derken ünlü likörleri Becherovka’dan da bahsedeyim… Sarı renkli, keskin karanfil tadı hissettiğiniz bu sert likör bir rivayete göre bir doktor tarafından ilaç olarak yapılmış… Bakmış alkollü daha iyi olacak basmış alkolü… Bu nedir diye sorduğunuzda ‘vitamin, vitamin…’ yanıtını aldığınız Becherovka soğuk kış günlerinde size soyunup incecik bir kazakla bile yürüme gazı verebilecek bir içki… İlk gidişimde tarafımdan denenmiştir. Gece yarısı bilmem kaç derece soğukta ay çok sıcak diyerek üstümü çıkararak otelime kadar yürüdüğümü bilirim : )

Meydanın doğu kesimine yer alan Tyn Kilisesini ve avlusunu görmeden geçmeyin. Tyn Kilisesi’nin Gotik kule külahları Disney’in amblemindeki kuleleri anımsatıyor. İkinci fetişimde Tyn’nin kuleleri… Çok güzeller… Tyn meydanında bir sürü küçüklü büyüklü kafe ve restaurantlar var. Canınız balık yemek istese Tyn meydanındaki Rybi Try’ı tavsiye edebilirim. Aslında illa balık yicem derseniz Küçük Mahalledeki nehir kenarındaki şubesinde yerin derim…

Eski şehir meydanının etrafında görülecek çok yer var. Başınızı hiç yere indirmeden her yere girin çıkın. Hediyelik eşya satıcıları, Bohemya kristalleri, mücevherciler…

Eski şehirden Yahudi mahallesine iki adımda geçiyorsunuz. Ben iki seferdir, nehire ve meydana çok yakın olduğundan Yahudi mahallesinde kalıyorum.

Astronomi saatinin arkasındaki Male meydanında yer alan, eski bir hırdavatçı dükkanından otele çevrilmiş ve 19. yüzyılda cephesine yapılmış olan resimlerden dolayı tanıtım kitaplarına da geçmiş, U Rotta otelini size tavsiye ederim. Bol yıldızlı bir otel değil ama (***) tarihi ve merkezde bir otelde kalmanın keyfini anlatamam. Ön cephedeki odaların penceresinden, taş yoldan geçen faytonları izlemek çok zevkli. Birde dip not geçen sene otelde kalanların çoğu mimarlardı. Mimarların yaptığı ve dediği ne kadar yapılır bilemem ama… : )

Yahudi mahallesini tarif etmeye gerek yok. En şık mağazalar en lüks restaurant ve kafeler burada. Neden acaba? : )
Eski Getto günümüze kadar ulaşamamış ama üst üste binlerce mezar taşının olduğu eski Yahudi mezarlığı ve eski-yeni sinagog bölgenin tarihi geçmişini gösteriyor. Bölgede Art nouveau hayranları için kaçırılmayacak bir çok bina var. Ve I. Dünya savaşından önce avangard çevrelerde çok beğenilen Kübist mimarinin örneklerini de bu bölgede görebilirsiniz.

Bu sefer otel olarak nehir kenarında bir otel tercih ettim. Odamın penceresinden gece-gündüz Vltava’nın üzerinden usulca giden tekneleri izlemek çok zevkliydi. Otelime giden, Staromestske meydanından inilen ünlü mağazaların olduğu Parizska caddesinde yürüyüş yapmanızı tavsiye ederim. Caddenin köşesinde yer alan Cartier şatafatlı ve lüks caddeye girmeden evvel gözlerinizi kamaştırarak sizlere hoş geldiniz diyerek cadde üzerinde karşılaşacaklarınız hakkında size ip ucu veriyor. 

Ben bu caddeyi çok seviyorum. Geniş ve ağaçlıklı kaldırımlarında nehre doğru yürürken huzur ve sükunet hissediyorsunuz. Her yerdeki turist kalabalığı bu caddede bir tek Dior’un önünde var. Orayı geçtikten sonra yine huzurlu yürüyüşünüze devam ediyorsunuz…
Bu cadde üzerinde size iki yer tavsiye edeceğim. 

Birincisi muhakkak çoluk-çocuk gidip izleyebileceğiniz pandomim ve dans tiyatrosu olan Black Theatre. Planck yasasından yola çıkarak hazırlamış oldukları performanslarını ‘birazda dünyaya çocukların gözünden bakın’ diyerek açıklıyorlar. Pandomim ve dansın siyahla buluşmasını muhakkak izleyin… 


İkinci tavsiye edeceğim yer ise Fransız-Amerikan bir mekan olan Barock. İçerde ve dışarıda oturarak nefis yemeklerinin tadına varın. Yemek yemek istemezseniz benim yaptığım gibi, kendinize güzel bir şişe şarap açtırıp, mum ışığında yakışıklı İtalyan ve Çeklerin çevrelediği masanızda keyif yapın. Bence gittiğiniz bir gösteriden sonra geceyi keyifle sonlamak için çok hoş bir mekan.

Ve Yeni şehir…Yeni şehirde ortaçağda at pazarı olarak kullanılan meydan hala gözde. Vaclav meydanında boylu boyunca bir yürüyüş yapın ve alışveriş yapmak isterseniz bu cadde ve çevresi sizi memnun edecektir. Bu arada Türkler tarafından en çok ilgi gören mağaza Batta. 

Meydanın sonunda yer alan 19. yüzyılın sonlarından kalma, Osmanlı gerilerken dünya nerelere gidiyordu hayıflanmaları yapığınız Neo-klasik süslemeli Devlet Operasında muhakkak bir gösteri izleyin. Tarihler uymadığından çok istememe rağmen bir opera keyfi yaşatamadım kendime… Ama çok sevdiğim Kuğu Gölü’nün Çek yorumunu izleme fırsatı buldum. Gidin ve bir gösteri izleyip sanata verilen değeri yakından görün. Ülkemizde imkanı yok 16-17 yaşındaki delikanlıları ve genç hanımları papyonlu ve şık gece kıyafetleri içerisinde görmenize…
Aynı şekilde Narodni caddesi üzerinde yer alan Ulusal Tiyatroda bir gösteri izlemeseniz de içini görün… 

Narodni caddesini dümdüz takip ettiğinizde karşınıza metro istasyonu çıkacak. Oradan 22 numaralı tramvaya binerek şehir turuna çıkabilirsiniz. İstasyonun hemen yanındaki Tesco tüm gerekli ihtiyaçlarınızı sağlayabileceğiniz bir market. Eee susuz olmaz, bide memlekete nefis peynirler ve bira almadan dönmekte olmaz dimi ? ; )
Yeni şehir bölgesinde size tavsiye edeceğim bir pub var. U Fleku. 1459’dan beri kendi biralarını üreten bu şirin pub günün her saati canlı. Hafta sonları kapalı olması çok kötü. Kremencova caddesindeki bu pub’a gidin… nefis sosislerini yerken dark biralarını için, için…benim içinde için… : )

Mimarların muhakkak görmesi gereken ( ne kadar çok muhakkak yazdım dimi? : ))) ) Frank O. Gery’nin tasarımı olan Ginger ve Fred binasını görmeden yeni şehir turu biter mi? Jiraskuv köprüsünün önünde yer alan binaya bakmaya doyamıyorum… En üst katında yer alan bara hiç gitmedim ama gece vakti nehre ışıkların ardından bakmak hoş olabilir… : )

Bu güne kadar gittiğim ve yaşadığım Avrupa kentlerindeki nehirlerden beni en çok etkileyen Vltava oldu. Vltava kenarında yürümek, oturmak bana o kadar çok keyif verdi ki… Nehir boyunca yürüyüp Jiraskuv köprüsünden Küçük mahalleye geçip, Karel köprüsüne kadar yürümenizi tavsiye ederim. Legii Köprüsünden Çeklerin çok sevdiği çocuklar adasına geçmenizi ve sonunda Çekleri görebileceğiniz yer olan adada soluklanmanızı tavsiye ederim.

Yazacak, bahsedecek o kadar çok yer var ki… Eminim atladığım ve muhakkak muhakkak demeyi unuttuğum bir çok şey var…
Tramvayla dolaşmakta zevkli ama Prag yürüyerek keşfedilecek bir şehir.
Benim kadar severmisiniz bilmiyorum?
Hatta gidip gördüğünüzde 3 gün yetermiş, bir daha gelinmez bile diyebilirsiniz…
Bu masal kenti bana ne yaptı bilmiyorum… Bir masal kitabının masal prensesiymişim gibi hissettiğim bu kente öylesine aşık oldum ki… Venedik’ten özür diliyorum… : )
Saati, nehiri, biralarını, kokusunu özlüyorum…
Aslında en çok çok salakça bir şeyi özlüyorum… Karel köprüsünün önündeki trafik ışıklarının sesini… : )

Bu masal kenti beyazken de güzeldir diyorum…
Birde beyaz örtü altındayken görmek lazım… eee aşk bu… önemli olan her haliyle beğenmek ve her seferinde yeniden aşık olabilmek değimli?
Sadece bir gün değil her gün yeni baştan ilk defaymış gibi aşık olduran aşklar için velke Kurusovice ! ;)

Bu arada Avro her yerde geçmiyor… Gider gitmez Kron’a çevirmeniz gerekiyor paranızı. Çekler tembel değil ama yavaşlar. Hizmet sektöründe çalışmaktan pek zevk almıyorlar. Birebir ilişki kurduğunuzda çok candan davranıyorlar…

Vaktiniz olursa muhakkak (bundan başka kelime yok mu acaba?) Prag dışına da çıkın. Şatoları ve Toplama kampını gezin, Kunta Hora’ya gidip iskeletli kiliseyi görün, Karlovy Vary’de termallerde keyif yapın. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder