Etiketler

1 Mart 2012 Perşembe

İskece, Karagıdıllı,Karacaova, Drama



İlk gün programımız çok yoğundu... Gümülcine'de nefis börekelrle kahvaltı yaptıktan sonra yollara düştük...

Akşam Selanik'te konaklayacaktık... Selanik'e gitmeden önce otobüsümüzdeki mübadillerin köylerine uğraya uğraya yol aldık...

Bir sürü arkadaşımın ailesi İskece'den gelme... (Xanthi) Şirin bir yer...

Mesleki habitler sebebiyetiyle herkes etrafa bakarken benim başım yukarlarda gezdiğinden İskece apartmanlarından birinde balkonda sanat yakaladım ;)

İskece'den sonra Karagıdıllı Köyüne doğru yola koyulduk...

Yol kenarındaki tarlalarda eskiden tütün ekilirmiş, şimdilerde pamuk var. Ancak pamuklar toplanmıyor... AB pamuğa destek primi veriyormuş... Ekiyorlar, parayı alıyorlar ve pamuk tarlada kalıyor... İster istemez krizi hak ediyorlar diye düşünmeden edemiyorsunuz... ;)

Yol boyunca Rodop dağları ile flört ediyoruz... Dağın eteklerinde Türk köyleri, mimareler buruk bir selamda...


Karagıdıllı köyü terk edilmiş... Baba tarafımdan uzaktan sayılabilecek bir akarabamızın köyü burası... Doğunun izbe-terk edilmiş köyleri gibi... Hayaletlerin boş yıkık duvarlara çarptığı bir köy... Cudi abi babası için toprak almaya köyün içlerine doğru ilerlerken bizler toplanmamış ve çürümeye terk edilmiş karpuz tarlasına ahlayarak-vahlayarak dalıyoruz...

Cudi'nin gözleri yaşlı ama aldığı bir avuç toprakla mutlu yolumuza devam ediyoruz...

Babasının geldiği köyü bulduğu için mutlu ancak terk edilmiş olmasından ötürü mutsuz, buruk bir sevinçle yola devam ediyor...

Mübadiller yollara düşmeden evvel neler umuyordu acaba? Dinledikleri, araştırdıkları, hayal ettikleri ve gerçekler kimselere çaktırmamaya çalışarak iç dünyalarında neler yaratıyordu acaba?

İnsanoğlu kendi eliyle versede, bir zamanlar onun olan onun oluyor... Atsada, satsada anılar usdan gidemiyor...

Karasu nehrinden (Nestos) geçiyoruz. Bu nehirle Batı Trakya bitiyor. 1913'te Karasu nehrinin doğusu Bulgarların, batısı Yunlıların oluyor... Dede toprağıda Bulgar sınırında kalıyor böylelikle...


 
Sinop yollarını andıran virajlı yollardan dağlara tırmanıyoruz... Mezopotamya geliyor aklıma Sarışaban ovasına bakarken... Ne alaka biliyorum... Ama bir zamanlar atalar için değerliymiş... Tepeden bakarken o değeri yeniden size hissettiriyor...
Yolları tırmandıkça Taşoz adası görülüyor... Yazları keyifli bir yer olduğu söyleniyor. Yunan adası canavarı annem yazın gelelim ve Taşoz'a geçelim diyor...



Tamam anacım diyorum, gidilmedik Yunan adası bırakmiciiiiiz söz !!! ;)

Karacaova köyü beni meydan düzenlemesiyle bir kentsel tasarımcı olarak kendisine hayran bırakıyor... Yıllarca kentsel tasarım yapmış bir mimar olarak Yunanistan'da dağın tepesinde meydan düzenlemesi görmek  ruhumu cız-bız ediyor !!!

80 yaşında babası Samsun'dan mübadil gelmiş ton ton bir amcayla tanışıyoruz... Nasıl güzel Türkçe konuşuyor... Bir kaç defa Türkiye'ye gelmiş... İstanbul'a gitmiş... Ama Samsun'a gidememiş... Annem hemen adresimizi veriyor... Gelin, beni arayın ben sizi götüreceğim diyor... Henüz öğlen olmamışken amcaların uzo keyifleri beylerimizinde hoşuna gidiyor... Yunanistan'a ayak bastıktan sonra ki ilk uzo deneyimi bu köyde oluyor...

Drama çok güzel bir yer... Ailesi mübadil olan belediye başkanı karşılıyor bizi... (Lacivert ceketli bey)

Şimdi harika bir park olan karpuzkaldıranda belediye başkanı bize kenti anlattı. Ve buradan gitmiş mübadillere geldiklerinde her türlü konuda yardımcı olacaklarını söyledi... Adresinizle, anılarınızla gidin size yardımcı olacaklar...


Karpuzkaldıran bölgesi Osmanlı zamanında pirinç üretilen bir bölgeymiş...
Nasıl sulak ve yeşil bir yer... Koca çınarların gölgesinde az aşk yaşanmamıştır diye düşünmeden edemedim... ;)


                                                             

Parktaki ördekler bir anda hepimizin ilgi odağı oldular... yanımızdaki yolluk nevalelerle onları besledik... ;)    

       




Gece 12'den beri yollardaydık...Ata topraklarında, yeşilin keyif verdiği bu sulak cennette karnımızı nefis bir restoranda doyurduk... Muhakkak efendim o restoranı deneyimleyiniz...  Hem balık, hem et, hem sebze... Canı gönlünüz ne çekiyorsa Yunan usulü afiyetle... ;)


Kimbilir neler gördüler, yaşadılar, duydular... Kim nasıl ekti onları... Ve daha nelere sessizce şahit olmaya devam edecekler, bilinmez... Gittiğim her Osmanlı toprağında muhakkak ulu bir çınara değerim. Dokunurum... Belki selam ederim geçmişe, belki haber getiririm göçenlerinden... Avatar'daki kutsal ağaç misali nerde ulu bir çınar görsem saygı ederim... Belkide bizden geriye bir tek onlar sağ-salim kaldıklarından... Bilmem gider dokunurum... Severim, şükrederim...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder