Etiketler

14 Kasım 2012 Çarşamba

10. Kasım Ankara 3. Bölüm Ulucanlar

Atayı ziyaret ettikten sonra sevgili Belgin ablam Altındağ Belediyesinin Hamamönü bölgesinde yapmakta olduğu restorasyon çalışmalarını ve geçen sene Temmuz ayında açılan Ulucanlar Cezaevi Müzesini görmeden dönmeyelim dedi... 

Atadan sonra duvarlarına Deniz Geçmiş'in anıları sinmiş Ulucanlara doğru yola koyulduk... 

Altındağ belediyesi başarılı çalışmalar yapmış ve yapmakta... 




İzmirli ve İstanbullu grubumuz için Ankara soğuktu! Ankara'lılar havaya rağmen bölgedeki mekanlarda keyif çatmaktalarsa da bizler içeride oturabileceğimiz sıcak bir yer bulmanın telaşına düştük :)







Üşenmeyin okuyun canlar... Adamlar yapmışlar, yapıyolar... Ben de sizin için çekmişim... Okuyun ;) 



Başarılı çalışmalar yapmışlar... 
Efenim beni tanıyanların genellikle sevgi sözcüğü olarak kullandıkları Ankara keçisinin modernize olmuş hali... ;) Bende insan haliyim :p


Ve 1925 yılında inşa edilmiş, Türk siyasi hayatından kesitler sunan, Altındağ Belediyesi tarafından restore edilerek müzeye dönüştürülmüş Ulucanlar Cezaevi...


Bir mimar olarak öğrencilik hayatımdan bu yana bilmem gerek diye gitmediğim bir cezaevi bir de genel ev kalmıştı! Her şeyi görmek, öğrenmek, ellemek üzerine yetiştiriliriz... Doğru çözüm, tasarım için şarttır bu... Cezaevi kültürüm Amerikan dizilerinden ibaretti... 

Türkiye Cumhuriyetinin en eski cezaevlerinden birini gezmek bir çok açıdan çok ilginç bir deneyim oldu... 

Açık kaldığı 81 yıl boyunca infazlarla, işkenceyle, tanınmış mahkumlarıyla kendisinden söz ettiren cezaevinin yıkılmayıp müzeye dönüştürülerek sadece içeri girenlerinin bilgiği sırlarını bizlerle paylaşması, onca boya-badanaya-restorasyona rağmen duvarlarına sinen anıları bedenizde-ruhunuzda deneyimletmesi olağan üstü... 

Bütün yaşanmışlıklarla sizi bekliyor... Sizi bilmediğiniz bir dünyada daha önce hiç tatmadığınız duygu sellerinde dolaştırıyor... 

Bu gün üstlendiği rol unutmak değil hatırlatmak, yok saymak değil ders çıkartmak ve umut etmek olan Ulucanlar pembe boyasına rağmen karanlık, acı... 

Tarihçesi...





Ve içeriye giriş... İstediğiniz aman çıkabileceğinizi bilsenizde, bir müzede olsa istem dışı sizi yutkundurtan bir kapı... Duvarlara sinmiş anılarla karşılaşacak olmanın ürpertisi... 




Mapusun içinde Ahmet Kaya'nın türküleriyle...




Mapustan sonbahar bu olsa gerek...











Gülermisin ağlarmısın? Hilton koğuşlar... Rahmetli Ecevit'in kaldığı koşullar...






Hilton'un karşılama ekibi!





Hilton'un içi... 4 ranza bu koğuşları Hilton yapıyor...










Hilton'dan sonra gerçekler... Eskiden gaz lambasının ışığıyla aydınlatılan koridorlar orjinaline sağdık kalınarak aydınlatılıyor... Göz gözü görmez bir koridorda, banttan yayınlanan 'Açın kapıyııı, duvarlar üstüme üstüme geliyor...' bağrışları kullaklarınızda titreyerek karanlıkta yol alıyorsunuz... Hücrelerdekiler manken... Ses banttan... Ama öyle gelmiyor size... 

Karanlıkta oturuyor... Hücreye girmemle çıkmam bir oluyor... Yan hücreden çıkan 2 genç yüreğimi ağzıma getiriyorlar ve korkup basıyorum çığlığı! Daracık koridorda onlar bir tarafa ben bir tarafa zıplıyorum... Bozuk sinirlerin kulak çınlatan sesi dudaklarımın arasından çıkarken, ileride ne olduğunu görmeden yürüyenler tuhaf kahkahamla çınlayan kulaklarını ovuşturuyor... (her halde) 

Çalışan içinde mapus olan içinde işkence bir yer burası... Cezaevlerinde çalışan görevlilere geçmişte zor da şimdilerde psikolojik destek veriliyormudur acaba diye düşünerek titreye titreye duvarlardan destek alarak kendimi aydınlığa atıyorum...

Bir nevi karanlık cezam bitti... Havalandırmada annemi görüyorum allak bullak olmuş... Kısa bir süre sonra Belgin abla çıkıyor... Yüzüm ne haldeyse hata ettim seni buraya getirmekle diyor... Sarsıcı ama keşfetme, deneyimleme, merak ve öğrenme arzum... Bi sigara tellendirseydim düzelirdim ya... Müze olduğu için avluda da olsak yasak... Deniz Geçmiş'le bakışa bakışa içememek... 

Açık hava hepimize iyi geliyor... Bir süre sonra yüzyılımdan olmayan binanın mimarisine kendimi kaptırıp titremelerimi unutuyorum...

Duvarlarda film şeritli çerçevelerde ünlü mahkumları Ulucanların... Gülümseyerek avluda poz vermişler... Gelecekten habersiz... 



Hilton olmayan koğuşlar...





Koğuş...





Koğuş yaşamı buymuş... 





Koğuşun mutfağı... Ancak;





Tuvaletler mutfağa açılıyoooor!!!!!





Özgürlük olmadıktan sonra ağaç neylesin...



















Deniz Geçmiş'in eşyaları...





























Fotoğrafların yanına yorum yazmak istemedim... Onlar anlatıyorlar herşeyi...

Çocukluğumdan beri okuduğum duyduğum bir sürü şeyin ete-kemiğe bürünmesiydi Ulucanlar... Yarı açık cezaevini sanat sokağı yapmışlar... Sokağın girişindeki binanın cephesinde Nazım'ın dizileri yüzünüze buruk bir tebessüm konduruyor... Onlardan yıllar sonra olsada, onca zaman  geçmiş olsa da... Artık bir müze olsada onlarla aynı sınırlı gökyüzüne bakma deneyimini yaşamış olmak... 

Ne kadar boyanırsa boyansın... İzler orada... 





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder