Etiketler

19 Mart 2018 Pazartesi

Katmandu


Nepal’in başkenti Katmandu, iki ırmağın kesiştiği noktada yer alıyor… Baghmati ve Bişnumati nehirlerinin…
Teeee 723 yılında kurulmuş bir şehir…
Şehrin adının, tek bir ağacın kerestesiyle inşa edildiği söylenen ahşap yapıdan Kastamandap’dan geldiği söyleniyor…

Maalesef Nepal deprem kuşağında… Güzelim kent yıllar içinde çok sarsılmış çok yıkılmış… Son büyük depremini 2015 yılında yaşadı… Ve o deprem haberiyle gidip göremeden şehir darmaduman oldu diye çok üzülmüştüm…
Daha yıkık-dökük bir şehir ile karşılaşacağımı sanıyordum ancak şehir yaralarını sarmayı başarmış…

Katmandu bir vadi yerleşkesi… Ve 3 yerleşim yerinden oluşuyor…
Katmandu, Patan ve Baktapur.

Katmandu’da dolaşırken bir zaman makinesine binmiş de geçmişe ışınlanmışsınız gibi oluyorsunuz…
Mimarisi başlı başına bir yolculuğa çıkarıyor sizi…
Bugüne kadar gördüğünüz, bildiğiniz mimari dokuyla alakası yok!
Ahşabın dantel gibi işlendiği, çok katlı üçgen çatılı tapınaklar, geleneksel tuğla cepheli ve sanat eseri ahşap doğramalı binalar sizi bulunduğunuz yüzyıldan alıp geçmiş yüzyıllara götürüyor takiiii bi Samsung dükkanı görene kadar!
Eski ve yeni iç içe olunca yüzyıllarda gelgit yaşıyorsunuz… : )
Keşke 21.yy da değil de 19.yyın başlarında gelip görebilseymişiz diyorsunuz… Sizden önce gelip gezmiş gezginleri kıskanıp, kıskançca bir rahmetle anıyorsunuz onları… :)

Nepal’de kaldığımız süre boyunca bana usumda bir yakışıklı kral eşlik edip durdu… Çünkü kentin mimarisi ve verdiği hisler onu usuma düşürdü…
Çocukluğumda izleyip çook sevdiğim, ve kimbilir kaç defa izleyip bıkmadığım Yul Brynner’ın Kral ve Ben’i Nepal’de usunuzda dolanıyorsunuz…
Bir köşeden çıkacakmış gibi geliyor size…
Evet filmin konusunun geçtiği coğrafya bu coğrafya değil ama bendenizin eeen uzak ilk Asya’sı Nepal olduğundan, Yul Bryneer’da pek bi yakıştı usumda bana eşlikçi olarak!

Deestuuur yakışıklı ve kel kral geliyooor! :p

Efenim, vadideki 3 bölgede de tarihi önem taşıyan o kadar çok bina var ki… Binayı geç meydan…
Anlat anlat Nepal sanat tarihçisi uzmanı ederim sizi!
Bence çok baymaya gerek yok… Kısa ve öz anlatayım… Siz kentin bana verdiği hisler ve yaşadığım deneyimlere göre bir gün gitme hayalinizi kamçılayın ya da giderken hazırlıklarınızı ona göre yapın…
Yazacak çok detay var… Hepsini yazsam 10 günlük Nepal-Hindistan gezisinden kalın bir seyahat romanı çıkarırım! Amcam da basar onu ama satılıp yeni geziler için para getirir mi o kitap bilinmessss! :p

Nepal’de Durbar Alanını çok duyacaksınız… Saray meydanı demek… O yüzden orda da burada da bir Durbar meydanı duyacaksınız aklınız karışmasın… Her bölgede bir Durbar var!

Dağdan kente döndüğümüzde kenti  Baktapur bölgesinden gezmeye başladık. Katmandu merkezden 14km doğuda yer alan yerleşim yeri özgün yapısını en iyi korumuş bölge. Adanmışların Kenti anlamına geliyormuş adı…

Bölgeye adım atar atmaz her yanınızın tapınak olduğunu görüyorsunuz… Bir sürü Hindu ve Budist tapınağı… Bu kadar tapınak yetmiyormuş gibi yerde, kaldırımların üzerinde küçük adak-dua yerleri…

Yerdekileri görmeyip bastığınızda size kızıyorlar da kardeşim, parke taş döşeli bir yolda, çiçek desenli taşın ibadet yeri olduğunu nerden bilelim! Eski bir kentsel tasarımcı olarak o taşlar için yaptığım yorum, sanat seviyorlar yollara da taşlardan desen yapıp hayatlarına sanat katmışlar olmuştu! Nerden bilim oraya adak kandili koyup dua ettiğini!!!

Allahım yarabbim… Baktapur’u dolaşmaya başlayalı 1 saat olmamıştı ki bana tapınaklardan gına gelmeye başladı!
Her yer, her yer tapınak!
Bir sürü tanrıya adanmış irili-ufaklı tapınak… Yan yana, dip-dibe… Bu kadar dua edilecek yer yetmiyormuş gibi bir de yollarda, kaldırımlarda!
Yobaz mı olm bunlar?
Bu kadar da dini yapı, ne yahu?
Hiç tapınak olmayan bina yok mu ayol?!
Anaaam o da buda bu da buda!!!
Aaay yeter!


Nepal ve Hindistan din tarihi konusunda sınava mı giricez tur sonunda!

Wallahi billahi bir süre sonra o şunun tapınağı, bu buna itafen, bu buna atfen derken kopuyorsunuz… Bir notadan sonra rehberi dinlemeyi bıraktım, her şeyi fotoğraflamayı da… Kendimi kente bırakarak, kentin daracık sokaklarından geçerken duyduğum kokulara, pisliğe, bize sefalet gelen ama onlara normal gelen görüntülere bakarak yürümeye, dokunmaya ve kentin bana verdiği hisleri duyumsamaya başladım…

Bölgenin sokaklarında ilerlemeye başladıkça, kendinizi akışa bırakmaya başlıyorsunuz… Gördükleriniz hoşunuza gitmese de kaçıp gideceğiniz bir yer yok…

Sevgili okuyucu, sokaklar da dolanırken gördüğünüz görüntüler bazen sizi şoke ediyor.. bazen mideniz bulanıyor, bazen yok artık çüüş diyorsunuz… Hem ilkel hem çok ileri, hem çok güzel hem çok iğrenç… Kabul edilebilir ve kabul edilemez olan yan yana…

Pislik, toz, onca pisliğin içinde dışarı çıkmış yıkanan bir teyze ve 2 adım ötesinde dışkısını yapan bir köpek! Tam ııyk derken başınızı yukarı kaldırdığınızda gördüğünüz, tuğla kaplı binanın nefis ahşap doğramaları...   (Evet dışarda paşminalara sarılı bir şekilde yıkanıyorlar ve otobüsle yol alırken duvar diplerine çiş yapan bir sürü insan gördük... Yıkananlar ve işeyenler bunlar bir süre sonra sıradan görüntüler oluyor... Ooo moodyö!)

Güzellik-çirkinlik, pislik, temizlik, sefalet... Bir sürü şey iç içe... Bir sürü duygu ve düşünce adımlarınızdan daha hızlı akıyor... 

Tozdan, tütsü ve yemek kokularından etkilenmemek için maskenizi takıyorsunuz, anlamaya çalışarak, yargılamayı bırakarak, yüzyıllık öğretinin yaşam alanında kendinizi gezmeye, görmeye, rehberi dinleyebildiğiniz kadar öğrenmeye bırakıyorsunuz…

Tapınaklardaki heykellere, ahşap işçiliğine hayran hayran kalıyorsunuz…
Tanrıları çağırmak için çaldıkları çan’ın sesine kendinizi bırakıp, içinizdeki çocuğun sesini dinleyip siz de gidip çalıyorsunuz…
Tapınaklardaki dua çarklarını  döndürürken, üstlerinde yazılı olan duaları evrene yayarlarken siz de kendi duanızı mırıldanıyorsunuz…
Yak tereyağından yapılma kandillerini sizde kendi dilekleriniz için yakıyorsunuz…
Mütemadiyen bir ibadet hali…
Onlar kendi inançlarında siz kendi…

Tanrılarının bizler gibi yemek yediğine inandıkları için her yerde adak tabaklarında pirinçler, çiçekler, kandiller, kırmızı toz boya…

İbadete sabah gün doğarken başlıyorlarmış... Benim gibi uyku sever tembeller uyanır uyanmaz... 
Günün her saatinde bir tapınakta ya da tapınakçık da ibadet eden birisini-birilerini görmeniz mümkün...

Hindular ve Budistler aynı tapınaklarda…
Altın sarısı heykeller, sandal ağacının yıllar içinde koyulaşmış rengi, yanan kandiller, kırmızı toz boyalar, çalan çanlar, adak tabaklarından uçuşan çiçek yaprakları, tütsü kokusu…
Başka bambaşka bir alemdesiniz!

Yürürken önünüze evinin önünde ölüm ya da doğum ayini yapanlar çıkabiliyor...
Ah belgelemek istiyorsunuz o anı ama kızıyorlar... Haklılar da biz de kendimize göre haklıyız... Belgesiz şahit olduğumuz şeyi anlatmakta zorlanacağız... Hoş anlatmak zorundamıyız? İnsani duygularla o acıya ya da sevince bir kaç dakikalığına ortak olup sonra yolumuza devam etsek ya...

Her köşe instagram da like rekorlar kıracağınız detaylarla dolu... Story hikayesi çekip yayınlayacağınız ritüellerle, ben burdayım havası atacağınız selfilik duvarlarla... 

Belediyecilik hizmeti olmadığından, insanlar kendi kapılarının önlerini kendileri süpürüyorlar ancak, o çöpü atacak bir yer yok…
Parke taşı kaplı sokaklarda toz hiç eksik olmuyor…
2 adım ötede bir kadın çalı süpürgesi ile evinin önünü süpürüyor, köşede bir adam elleriyle açtığı hamuru kızgın yağın içine atıyor…Neredeyse her köşede bir kızartmacı... Tatlı-börek... Merak etseniz de o tatları, turist hastalığı olan mide bozmaya yakalanmamak için bakıp geçiyorsunuz... Hoş hijyen olmayan koşullardaki bir şey de ancak açlıktan ölme noktasına gelince yenir ya! : )

Havada uçuşan tozlara, bir yerlerden gelen tütsü kokuları karışıyor… Daracık sokaklardan nefesinizi kesen mimari eserlerin olduğu meydana çıkarken, kimi zaman midenizi bulandıran kimi zaman sizi şaşkın eden görüntüleri arkanızda bırakarak maskenizin ardından nefes kesiciliğin güzelliğine gülümserken buluyorsunuz kendinizi…

Durbar meydanı, Taumadhi meydanı, Seramik meydanı, Dattatraya meydanı… Baktapur’da o kadar çok meydan var ki… Ve bu meydanlarda görülmesi gereken o kadar çok önemli tarihi yapı…

Açıkçası ben gerektiği kadar gezemedim bu bölgeyi… Uyulması gereken bir tur programı vardı… Önemli yerleri görüp bir sonraki durağa geçtik hep… Önünde daha çok vakit geçirmek istediğim çok yer oldu. Yani Nepal’e her zaman gelme şansınız yok ki! Bir durmak, bir ellemek, bi yerde soluklanıp hayatı gözlemlemek istiyorsunuz… Ama neredeyse haldır-huldur ordan oraya koşturma içinde geçince bir sürü şey yarım ve eksik oldu…  Mesela Pottery meydanında biraz daha vakit geçirmek isterdim. O bölge el sanatlarının merkeziydi…  Yapılan çalışmaları incelemek, dokunmak, orda daha uzun vakit geçirmek ve meydanın ortasındaki tapınak da sanatçı yanım için bi kandil yakıp 2 dilekte bulunmak… Olmadı…

Birbirinden önemli, görülecek yapı var dedim ancak bir tanesi gün ortasında sürpriz bir şekilde Kamasutra öğretisine maruz kalmanızı sağlayan, hem Şiva hem Vişnu’ya adanmış erotik sembollerle süslü Dattatraya Tapınağıkiii! Uuuw beybi!

Fotoğrafını gösterdiğim arkadaşlarımdan birisi bu tapınak da nasıl ibadet ediyorlar diye sordu! Eee Türk’ün aklı muzurluğa çalışır! Erotik sembollerle süslü bir tapınak da normal bir şekilde ibadet etmek çok sıradan geldi… :p

Haldur huldur, gördüklerimizi özümsemeye fırsat kalmadan gezerken 1 saatlik bir mola veriyor rehberimiz…
Gelirken yiyecekler konusunda çok uyarıldığımız için otel harici bir yerde yemek yemekten tırsıyoruz… Çok baharat kullanıyorlar ve kendilerine göre hijyenik olsalar da biz batıdan gelenler için o hijyen hijyen değil!

Saatlerdir ayakta olduğumuzdan bir yere çökmek ve mideyi bozmayacak bir atıştırmalık ve bi şeyler içmek için çevresindeki tapınaklarla aynı mimariye sahip bir meydan restoranına oturuyoruz…

Gezerken bir düğün alayı görmüştük… Efenim bu coğrafyada da kadının adı yok! Kıymetli olan erkek! Erkek kıymetli olsa da gelinin evine küçük bir orkestra gönderip gelini evden öyle alıyorlar… Gelinin evinin önünden geçerken gördüğümüz orkestra şansımıza iki tarafın ailesi ile birlikte önümüzden geçmesin mi! Hayatımda gördüğüm en eğlenceli düğün alayı… Dans ede ede birbirinden güzel yerel kıyafetleri ile önümüzden geçtiler…
Evlenirsem böyle evlenirim abi!!! Orkestra eşliğinde Teşvikiye Caddesinde düğün alayımla göbek ata ata! :ppp : )))) Yok artık sıradan düğünlerinizi beğenmiyorum... :ppp

Kültür turuna gelmiştik ve doğaçlama bir şekilde asıl görmek istediğimiz kültüre denk gelmiştik…

Ben seyahat ederken gittiğim yerin birasını içmeyi severim…
Bir Nepal birası ve midemize zarar vermeyeceğini düşündüğümüz sebzeli noddle sipariş ediyoruz… Ediyoruz ama ey okuyucu, en berbat tuvalet deneyimimi Küba’da yaşamış ben meğersem hiçbir şey yaşamamışım daha önce… Küba’da sabun ve tuvalet kağıdı sorunu vardı… Burada sabun ve tuvalet kağıdına ek su da sorun!!!

Tamam yerel birayı içelim içmesine ama sonrasındaki tuvalet deneyimi nasıl olacak?
Neyse önce yükselip bizi ısıtan güneş sebebiyetiyle buz gibi bir birayla serinleyelim de sonrasına bakarız…

Yerel bira olarak Everest adında bir marka geldi…
Bu coğrafyada en küçük bira 1 litrelik! Allahtan paylaşalım demişiz de bir tane sipariş etmişiz…
Nepal’e gelip Everest’e çıkmamak olmaz… Dağcı değilseniz çıkmanız ancak Everest birası ile mümkün! 5 dolara oturduğunuz yerden, serin serin, buuuz gibi Everest’e çıkma keyfi… : ))

Yemeğimizi yedik, bira sayesinde Everest’e çıkmış kadarda olduk ancak gel gör başka molamız yok… Birazda alışveriş yapalım istiyoruz… Bu bölge Paşminanın ana yurdu!

Ana yurdu ama gerçek paşmina denen şeyin ne kadar pahallı ve özel olduğunu burada öğreniyorsunuz…
Satıcı size çeşit çeşit paşminaları çıkarırken siz kendinizden geçiyorsunuz… Elledikçe hepsi vazgeçilmeziniz oluyor… İpek, yün, ipek-yün, yün ama hayvanın bilmem neresinden olduğundan çok çok özel yün… Bunun daha üstü yoktur derken daha özel bir yün çıkarıyor… Biraz sonra elinize canlı hayvanı verecek paşmina diye! Her şey o kadar yumuşak, o kadar gerçek ve canlı ki!!!
Kardeş hepsi çok güzelde, bizim ülkede dolar kaç para biliyon mu?
Biz Amerikalı değilissss!
Türküsss!!!
Önüme attıklarının hepsi yün dünyasının eşsiz parçaları ama daha gezinin 2. gününde tüm paraları sana bırakıp çıkartmasan beni buradan!

Wallahi dükkanda bir tansiyon yükselip inmece, bi şeker düşüşü, bi gözümü karartıp onu da, bunu da ver demece yapmamak için harbi savaş verdim!
Bilen bilir ben şalsız, paşminasız, fularsız dolanmam! Benim olmazsa olmazımdır onlar… Evde 4 çekmece dolusu şey var evet şey onlar, bunlara el deydikten sonra hepsi paçavra geldi gözüme… Evdeki her şeyi çöpe atıp o kocaman 4 çekmeceyi ipek, ipek-yün, yün, yünün bilmesi yün ile doldurmak çok istedim…

Ama Allahtan oto kontrolüm cüzdanımda ecnebi parası varken ala devreye giriyor… Yurtdışında yeme-içme-konser-sergi harici para harcamam, kılık-kıyafete çok çok önemli mühim bir şey değilse ecnebi paranın harcanmasına kıyamam…

Yalnısss bu topraklara gelirken gözümü karartıp sari-mari bile alırım diye kredi kartımı ödemeden geldim! Şşşş, ben biliyorum geeendimiii, cebimdeki nakitime kıyıp hepsini bitirip, gözüm doymadığından kartıma yüricem! Sonra Çeşme plajlarında Hint Fakiri kaftanlı-sarili kadın dolanıyo haberleri çıkacak! Bir Ayşegül Nadir kadar kaftanlı pozlar veremsem de vericem! : ))) Geendini bilmek en büyük erdemdir! Az nakitle çık, kredi kartını da kullanım dışı bırak! Bak gör o zaman içinde bi alışveriş canavarı nasıl hortlayamıyo! Daaaaa alaaaaaam her yerde işe yarayan taktik burada yaramicak! Burada içimde bir alışveriş canavarı hortadı!!! Otele gider gitmez kredi kartını ödim, kartı kullanıma açim, hesabıma on yüzbin milyon dolar transferi de yapim,  hepsini aliiiiiiim!!!! Dur lem Nişantaşındaki evi de satim, koca ülkede ne kadar paşmina varsa alim! Anca gözüm öyle doyacak!!! Hepsini istiyorum çünküüüüüüü!!!

O küçücük dükkandaki kendimle kavgam… Onca güzelliği elimin tersiyle itip, bir tane al ama tam al diyip, en özel yünlerden yapılma bir tanecik paşminayı Çingene pazarlığıyla 100 küsür dolardan 40 dolara indirip  halis muhlis bir paşmina ile çıktım dükkandan…

Yavrum benim elim hiç ucuza, kalitesize gitmez ki! Dükkanda neye elimi atsam adam 100 üstü fiyat söyleyip durdu… En sonunda en azından bi şeyler satabilmek için ucuz ürünleri göstermeye başladı ama ben ucuza bakarmıyım! Olacaksa en halisi muhlisi olacak! Oldu! Oldu da nooldu? Gözüm gibi baktığımdan boynuma takıp dışarda endam edemiyorum! Çünkü ev sigara yanığı veya oraya buraya takılarak delinmiş halis-muhlis kaşmir atkı-şal dolu!!! Milletin alamadığı kaşmirler benim evde yer bezi…  O garibimin başına da öyle bi şey gelmesin diye şu an için korunaklı korunaklı evde duruyo… : ))

Aaaay halis muhlis çingeeen ötesi çingen pazarlığıyla aldığım Nepal paşminası o! Hayvanın gıdısından! El bile deydirmem! :p

Baktapur bölgesinin tadı damağımda kaldı… Tek başına gezseydim daha verimli, daha keyifli olurdu… Bi şeyler almasam da dükkanlara girerek, bir duvara sırtımı dayayarak, bir tapınağın ya da bir binanın ahşap işçiliğini dakikalarca inceleyerek, bir kafede yerli halk veya Avrupalı turistlerle biraz laflayarak, yanımdan ayırmadım sketch defterime anında gördüklerimi ve hislerimi yansıtarak çizimler yaparak… Seramik meydanında bana esin kaynağı olacak bir sürü eseri inceleyerek, bir tapınağın terasında pisliğe aldırmadan oturarak güneşin bedenimi ısıtarak beni mahmur etmesinin keyfini çıkararak…Ortalıkta dolanan bir sürü yavru köpeği el deymeden bakışlarımla severek… Yakışıklı ve kel kral’ı düşleyerek kendi Nepal tarihimi yazarak, tapınaklardan yükselen çan sesleri ile içimden dua ederek tadına vara vara yüzyıllık parke taşlı yollarda telaşsız detaylara, kokulara ve renklere kendimi bırakarak dolanarak, kaybolarak… Bir-iki tane Everest içip harbiden Everest’e çıkarak… : )


Amma velakin gurup toplandı ve bu seferde Katmandu’nun 5km kuzeydoğusunda yer alan Bodnat’a gittik.
Nepaldeki küçük Tibet! Buarası 14.yyda Dalay Lama’nın 1959’da Tibet’ten kaçmasından sonra, Çin Halk Cumhuriyeti’nden ayrılıp Nepal’e gelen Tibetlilerin merkezi haline gelmiş…
Tibet Budizm’i ile tanışıyoruz burada…
Budistlerin tapınaklarına stupa deniyor… 36m yüksekliğindeki beyaz stupa çok etkileyici… Ama asıl etkileyici olan, Londra sokaklarında görmeye alışık olduğum Budistlerin gerçekleri burada karşımda!!!
Bir sürü turuncu adamaaaaam!!!
Sevinçten bir tanesinin boynuna sarılabilirim!
Gerçek turuncu adam, gerçek Budist olm!!!
Ah gelirken bi tane turuncu paketli çokomik alıp, burada espirili bi fotoğraf çekip, buralara gelmeden Budist olmuş bir-iki arkadaşıma göndermeyi planlıyordum... Ama unuttum! Turuncu adamların mekanında turuncu çokomiksiziiiim! Böö! :))

Ben neşeyle etrafa bakınırken sevgili rehberimiz bitmek bilmeyen bir tarih anlatımına başladı…
Bütün gündür ayaktaydık… Farklı bir coğrafya da dünü saymazsak bugün ilk günümüzdü… Onca bilgi, yeni gördüğün şeyler… Vücut ufaktan yorulma sinyalleri vermeye başlamıştı… Ah bi yerde oturup adam gibi bir kahve içmek için nelerimi vermezdim…
Tamam Budist tarihi önemli bir şeydi ama bu da kafa ve ayaktı!!!
Ufaktan huysuzluk sinyalleri vermeye başladım…
Yoruldum, vücudum kahve ve nikotin istiyor…
Kafam bütün gün gördüğüm şeyleri tarayıp kaydetmek için  huzurlu bi çöküp dinlenecek yer istiyor…
Benim pilim bitmek üzere artık!
Yeteeeer laaaayn bi yere çömüp kahve içmek istiyorum!!!
Başlicam Budasına, mudasına…
Ay hayır dini bütün bi meydandayız… Biraz sonra ağzımdan lanet olsun söylemleri çıkacak Şiva çakacak beni…

Daha fazla dayanamıyor ve guruptan ayrılıyor ve hızlıca stupa’ya çıkıyorum… Namaz kılar gibi secde eden Budistleri görüyorum… Fotoğraf çekmemden hoşlanmıyorlar… Çekmeden tur atıyorum… Yüksekten guruba bakıyorum, rehber hala anlatıyor… Aşağıya indiğimde gurup imana gelip saçlarını kazıtıp, turuncu entarileri ile beni bekliyor olacak heralde diyorum… Nepalli Tibetliler ve turistlerle birlikte dönüş ritüelini yapıyorum… Akşamüstü güneşi stupanın beyaz duvarlarını süsleyen turuncu kadife çiçeklerine gölge oyunları yaptırıyor… Yorgun olsam da, vücudum nikotin ve kafein sinyali veriyor olsa da anın tadını ve keyfini çıkarıyorum… Dua çarklarını çeviriyor, kandil yakıyorum… Ama bir yere kadar Budizm! Yeter, artık oturacak bir yer bulmam gerekiyor…

Aşağıya indiğimde çok şükür ne gurup ne de sevgilim rehberin uzun anlatımından imana gelmemiş… Valla ben onların yerinde  olsam bırakııııın saçlarımı kazıtıcam diye… :ppp

Heee Budizm beni çarpmadan artık bi kahveci olmadı bi sandalye o da olmadı oturacak bi taş bulmalıyım yani!!!

Valla etkileyici ve ilginç bir yer Bodnat. Ama yorgunluk üstüne gerekli ilgiyi göremedi benden. O ünlü Budist ahşap kolyeler, bileklikler burada gani gani… Yorgunluktan dükkan dükkan dolaşmayı gözüm yemediğinden almadım… Bi de huyumu biliyorum alıcam 1-2 defa takıcam sonra yıllarca takı çekmecesinde duracaklar… O anın coşkusuyla olmayacak şeyleri de almak istiyorsunuz… Sandal ağacı kolye miiii, nefis bir filtre kahve mi yoksaaa buz gibi bir Everest mi? Elbet Everest bebeğim de, şu an oturmaya bi taş olsa yeter…Ha bi de orta karar temiz bi tuvalet... Suyu aksa yeter wallahi... 

Bu arada Nepal ve Hindistan'da tarihi eser ve tapınak alanlarında kesinlikle sigara içemiyorsunuz. Bir çok yere çakmağınızı bile almıyorlar... Bodnat'a bilet ile giriyorsunuz, binalar duvar görevi görüyor... Bir binaya sırtımı dayayıp, turuncu adamlara ve stupaya bakıp bi tanecik sigara tüttürim deme şansınız yok. Alanın dışına çıkmanız gerekiyor... 

Gün sonunda otele vardığımızda akşam bizi düğün sürprizi bekliyormuş… Önce orkestra eşliğinde gelin geldi sonra, neredeyse saatler sonra damat! Allahım o ne süslü damat öyle! Damat ayrı ilginçti damatla gelen alay daha ilginç. Damat araba içinde endam ediyor olsa da arabanın etrafında büyük pembe şemsiyeler tutan adamlar vardı…

Her şeyiyle başlı başına öğrenilesi, araştırılası bir ülke Nepal… Gelin alayının hikayesinin tarihi anlatan bi seminer olsa gider dinlersin!

Nepal öyle otobüs de veya bir meydanda ayaküstü dinlenecek bir tarihe-kültüre sahip bir yer değil…
Sizi şaşkına çeviren, merak uyandıran, içinizdeki öğrenme aşkını kamçılayan ve sizin geldiğiniz toplumdan çook farklı bir kültür olduğu için yargılamayı, eleştirmeyi bir kenara bıraktığınız, her şeyi olduğu gibi görüp, kabullenmeye, sevmeye çalıştığınız veya sevmeseniz de laf etmediğiniz için farkında olmadan sizi aydınlatan bir ülke. Hiç birimiz Budist olmadık ama farkında olmadan Budist öğretisiyle deneyimlerimizi kabullendik.


Ertesi gün Katmandu’nun 5km güneydoğusundaki Patan’a gittik…
Güzelliğin kenti de diyorlarmış Patan’a…
Bir başka tarihi masal alanı…
Kraliyet sarayını gezerken Yul Bryneer kesinlikle yanımdaydı!

Patanda ki gördüğünüz tüm binaların ahşap işçiliğine hayran kalıyorsunuz… Nasıl sabırla yapılmışlar… Küçük parçalar bir araya getirilerek hayran kaldığınız kocaman bir esere dönüşmüş…
Depremin etkilerini görüp üzülüyorsunuz…
Yıkılmış tuğla binalar, zarar görmüş ahşap kolonlar…
Kule mimarisinin en güzel örneklerinden kabul edilen Tanrı Krişna Tapınağı… Evet harika bir eser ama pagoda mimarisi örnekleri bence daha ilginç… Kat kat çatılar… Ve eşsiz ahşap işçiliği…

Sonra Katmandu’ya geçiyoruz ve eski kenti geziyoruz.  Görülmezse olmaz Yaşayan Tanrıça Kumari Evi hayal kırıklığı ile sonuçlandı… Küçük tanrıça işi olduğu için çıkmadı…
Ah kader! O kadar yol gel ve Kumari’yi göreme! Eskiden fotoğraf çektirmeyen çocuk tanrıçalar artık çektiriyorlar ve kartpostal olarak satılıyor… Eee tanrıça olsan da para lazım günümüzde… :p Kendisini görüp bizim için dua et diyemedik ama kartpostalını gördük. Çıkmayacağını öğrendiğimiz ana kadar gelinlik yaşa gelmiş kızları bulunanların yaptığı bir ritüele şahit olduk… Ateş bu toprakların olmazsa olmazı…

Ve son durağımız, Svayambunat oluyor. Nepalli Budacıların yeri… Geçmişi iki bin yıl önceye dayanan Budacıların Nepaldeki kutsal haç yeri! Maymunlu tapınak desek de olur!

Her yerde maymunlar var… Yeşillikler içinde, yüksek bir tepede… Maymun olmicak da ne olacak orada?
Ana beyaz stupa etrafında çok sayıda küçük tapınakçık yer alıyor…
Sketch yapmak için çok uygun bir yerdi ve oturup bir şeyler karalim derken bir sürü turistin ilgi odağı oldum! Fotoğrafımı çekip durdular! Yani hepsi Avrupalıydı… Onların memleketinde sketch yapan birini görmek normaldi ama burada mı ilginç gelmişti…  : )


Nepal’i çok hızlı yaşadık… Adam gibi ne bir kafesinde oturabildik, ne bir duvara yaslanarak küçük stupalara bakarak huzur yaşayabildik… Maymun saldırısına uğramadan, mideleri bozmadan gezinin ikinci durağı olan Hindistan için valizleri kapamaya koyulduk…

Nepal doğasıyla, kültürüyle, iç içe geçmiş din kardeşliğiyle size bir sürü duyguyu aynı anda yaşatan, taşı-ağacı dantel gibi işleyebilen insanların ülkesi…
En unutulmaz anın neydi derseniz, Baktapur bölgesinde verdiğimiz 1 saatlik mola sırasında, adamın birinin elindeki horozla gelip yerdeki küçük tapınakçık da önümüzde horozu adaması oldu! Yani adak-kurban yabancı bir toplumdan gelmiyoruz ama öyle kentin ortasında yürürken, dur abicim 2 dk şurda şunu kesim adim... Şaşırtıyor... : ))) Nepal deneyiminden sonra bence boğa güreşi seyretmeye İspanya ala olur! Ooo maaay gaaad! 

Ne mi öneririm? Öncelikle tüm ön yargılarınızdan, ııyk-bııyk duygularınızdan arınmanızı sonra;
Giderken yanınıza maske almanızı öneririm.
Kesinlikle kapalı, rahat yürüyüş ayakkabısı…
Su az aktığı için otel harici mekânlar da ellerinizi temizlemek için ıslak mendil ve el dezenfektanı…
Çantanızda olmazsa olmazınız bir sürü kağıt mendil olmalı…
Kendinizi çan seslerine, kokulara bırakın ve anın tadını çıkarın... İlk başta tuhaf gelen tütsü kokusuna alışıyor ve onu duymayınca özlüyorsunuz…
Arabalar-motorlar… Trafik felaket! Ve korna çalmayı da çok seviyorlar… Huzur ve gürültü iç içe… Bir şekilde kendi içiniz de yolculuk yapıp gördüklerinizden, duyduklarınızdan, kokladıklarınızdan etkilenmemeyi başarıp oooom oluyorsunuz…
Paşminalar çok baştan çıkarıcı… Kendinizi tutmakta çok zorlanacaksınız… Aman dikkat! : )

10 günlük gezide geriye baktığımda beni en çok etkileyen Katmandu oldu. Büyük ihtimalle o eşsiz mimarisi…

Bu arada kadın-erkek genizlerinden nasıl öyle sesler çıkarıyorlar bilmiyorum ama bizim memleketin erkeklerinden beter haaaaauuğğğğğğ yapıp tükürmeyi çok seviyorlar! Bir kadından öyle ses nasıl çıkar dediğim an çok oldu!

Dedim ya bi oooom hali gelip görmüyor, duymuyor, görseniz, duysanız bile bir süre sonra umursamıyorsunuz…
Coğrafi koşulları nedeniyle sisi-pusu eksik olmayan, yolları toz-toprak, sanat eseri dolu eşsiz ülke Nepal’de gönlüm kaldı… Bir kere daha gitmek isterim. Rahat rahat gezebilmek için… Everesti yudumlaya yudumlaya kulağımda çan sesleri ile…


*Tarihi mekanları detaylıca anlatmak çok istiyorum. Ancak kabaca 10 günlük gezinin izlenimlerini yazıp sonra detaylı bir şekilde geriye dönüp anlatım yapmayı planlıyorum. Şimdilik hikaye tadında okuyun… Tarihi mekan infoları sonra… : )

13 Mart 2018 Salı

Nepal 1.


Himalayaların beyaz karlı tepeleriyle flört ede ede Nepal’in başkenti Katmandu’nun Tribhuvan havalimanına indiğimizde saatler 11’i gösteriyordu…
İndiğimiz havalimanının dünyanın en riskli havalimanlarından olduğunu bilmiyorduk… Piste yaklaşma dağlar arasından yapıldığı için sinyaller bozulduğu için pilotlar aletli yaklaşma yapmıyorlarmış. Hassaslığı daha düşük olan Vor Dme ile yaklaşma yapıyorlarmış…
Coğrafi konum sebebiyetiyle sis eksik olmadığı için her zaman tek seferde iniş de mümkün olmuyormuş… Pas geçmeler filan…
Uuuw beybiiii maceraya gel!
Gitmeden önce havalimanının internet sayfasına girip meraktan bakmıştım ama teknik bilgilere hayır…
İyiki bakmamışım! Uçma korkusu olmayan ben inişte tırsabilirdim! : ))
Güneşsiz gri bir hava bizi karşılamıştı…
Alçalma sırasında gördüğüm yeşil alanlar bana Moskova’yı çağrıştırmıştı… İşte çok gezince dünyanın dört bir yanını bir birine benzetip duruyorsun!
Uçağın penceresinden gözüken yeşillikler güzeldi ama oğlan evlenirse evin üstüne bi kaaat daaa çıkarız mantığında duran betonarme binalar neydi allah aşkına!?!?!
Ah betonarme icaaad edildi mertlik bozuldu!
Bi mimar olarak günümüzdeki en temel inşa malzemesine ıııyk diye yaklaşmam biraz mesleki bir ihanet sayılabilirdi ama yıllardır filmlerden, belgesellerden, fotoğraflardan kafamda kurgulamış olduğum Nepal’i kuşbakışı göremeyince ister istemez hayıflandım tabiî ki…

Betonarmeye rağmen yüzümde mutluluk vardı… Her yerde beton yığını yoktuuur canım, sakin…
Apronda ilerlerken, camdan görünen maymunlar beni şoke etti!
Aaaaaaaa havalimanında maymuuun var?!?!
Maymun göreceğimizi biliyordum ama havalimanında, çatıda…?!?
Yok artık!
Sevgiliye dönüp, onu çekiştire çekiştire maymunlara baaak, maymunlara bak diye sevinçten hala bağlı olan kemerimin izin verdiği ölçüde koltuğumda zıplarken, olgun sevgilimin heyecansızlığı beni gıcık etti!
İner inmez bi maymun atlasın boynuna inş mşllah da saçını başını yolsuuun! :ppp (Teyzem beni çocukluğumdan beri maymunum diye sever… Bi maymuncuk olarak ben de sevgilimin saçını başını yolabilirimdim ama benim yerime gerçeklerinin yapması daha eğlenceli olurdu! Hiho hooyt! :pp)  
Oooolm dünyanın çatısına geldiiik, maymun dolu bi havalimanındayııııssss, Nepaldeyiiiiissssss, ee hadi biraz bi heyecan!
Gri gözlerinde bir mutluluk ışıltısı yanıp söndü o kadar!
Biri yerinde duramayan çok heycanlı diğeri hiç heycansıssss, iki tip… Hadi bakalım çok eğlenceli olcak halimiz…
Neyse macera dolu 10 günlük gezinin ilk ayağı olan Nepal başlasın…
Yuppiiiiiiiiiiii Nepaldeyiiiiiiiiiiiim!!!

Nepal vizesi kapıda alınıyor… Gelmeden önce tur şirketimiz bizim için doldurup vermişti o formları… 25 dolarla birlikte, bir fotoğraf ile formunuzu uzatıyorsunuz ve kısa dönemli izninizi size veriyorlar… Aman bu topraklarda her türlü kağıdı-belgeyi saklamanız gerekiyor!

Ve bu bölgede kadın ve erkek kontrollerden geçerken ayrılıyor!!! Haremlik-selamlık şeklinde…
Valizinizi aldınız hadi havalimanından çıkalım diye bir şey de yok!
Biniş kartınızla valizinizin üstündeki etiketi kontrol etmeden sizi havalimanından çıkarmıyorlar!!!
Ben normalde biniş kartıma çok sahip çıkmam… Oraya buraya tıkarım, unuturum bi yerlerde… Allahtan o gün, saklayasım tutmuş! Büyük ihtimalle yolculukla ilgili dönünce yapmayı planladığım kolaj çalışması için sakladım onu… Yoksa guruptan valizinin kendisinin olduğunu ıspatlayamayan tek kişi olup havalimanında mahsur geçirecektim günlerimi… : ppp

Valizlerimizi almak için alana gittiğimizde gördüğüm karışıklık beni ürküttü!
Tenleri, yüz hatları farklı bir sürü insan…
Dağa çıkmaya gelmiş Avrupalı genç dağcılar…
Tur şirketlerinin şaşkın şaşkın bakınan kurbanlık koyun gibi duran gezginleri…
İlginç kıyafetli yerel halk…

Alan azlığından 3 uçağın valizlerinin aynı yerden çıktığı bandın önünde valizlerimizi beklerken ezilmemeye çalışmak…
İlgimi çekti, yerli halk valizleri tekerlekli olsa da valiz taşıma araçlarını kullanmayı seviyor… Zaten dar ve kalabalık olan alan o araçlarla ezilme tehlikesi yaşamanıza neden oluyor.

(Tam bu satırları yazarken Katmandu havalimanında bir uçağın düştüğü haberi geldi. Çok üzücü…)

Valizlerimizi belgelerimizle bizim olduğunu ispatladıktan sonra dışarıya çıkıyoruz.
Rehberimizin bizleri toparlamaya çalışırken biz şaşkın ve meraklı gözlerle etrafı inceleyerek yürüyoruz…
Tanrım kendi içinde nasıl olduğunu anlayamadığım bir düzen barındıran kaos var!
Arabalar, insanlar, kornalar…
Puslu gri bir hava, toz…
Allahım nereye geldik!
Yeni yerler, yeni kültürler, yeni coğrafyalar ve insanlar keşfetmeyi sever ben bir an için ürküyorum. Nepal’e gelmesemiydik?
Olm otobüse gidene kadar en az iki defa ezilme tehlikesi atlattım ve allahım bu toz ne?

İlk günün planı tüm gece uçmuş bizleri daha fazla sersem etmicek şekilde güya ama ilk gece şehirde kalmicaz… Dulikel bölgesinde bir dağ otelinde konaklayacağız. Ve oraya büyük valizler çıkamıyor! Valizlerimiz bir gece sonra kalacağımız şehirdeki otele gönderilecek. Biz gelmeden önce hazırlayıp valizimize koyduğumuz bir gecelik eşyalarımızı alıp otobüsümüze binip şehir turuna çıkacağız ve ordan dağdaki otelmize…

Havalimanının içinde valizleri açma şansımız olmadığından, tozlu otopark alanının içinde yayılacağımız kadar yer olmadığından alt-alta üst üste, ezilmemeye çalışarak açılan bir sürü valiz!

Pijama, banyo malzemeleri, su ve Ayşe Arman’dan esinlenerek ilk gün öğlen yemeğimiz olarak aldığım simitler ve meyve suları… Hepsini düzgün bir şekilde paketleyip valize koyduğumdan valizi açmamla çıkarmam bir oluyor ama halimiz o kadar komikki!!!

Tamam hepimiz gezginiz, aramızda kokoş bir tip yok ama yani bu iş otoparkta mı yapılmalıydı? Valizlerimizin içini otopark da Katmandu ahalisine beyan etmeseydik olmazmıydı?

Giysiler sırt çantasına konup uçağa da alınabilir ey sevgili ve meraklı okuyucu ancak biliyosunuz artık sıvı uygulaması var. İhtiyacınız olan her şeyi tini mini boy yanınıza almanız pek mümkün olmuyor… O yüzden o valiz açılmak zorunda kalıyor… İndiğimiz ilk an tam anlamıyla gezginlik-seyyahlık deneyimi yaşadık…

Sevgilim macera istiyordun al sana macera dedi ben de ona ben sadece Hindistan istiyodum sen Nepal-Hindistan istedin dedim… :))
Anaaam donları etrafa şaçmadan, valize toz dolmadan çabuk çabuk.. : )))

Valizlerimize 1 geceliğine veda edip, sırt çantalarına, el çantalarına tıkıştırdığımız 1 gecelik eşyalarımızla otobüsümüze bindik ve turumuz başladı…

Sevgili rehberimiz ülke hakkında bilgi verirken kimse onu dinlemiyor, kendi içinde düzeni olan kaostan sıkışmış trafikten nasıl kurtulup da havalimanından çıkacağımızı düşünüyorduk…

Cıks bu trafik açılmaz diyorsunuz sonra nasıl oluyorsa oluyor düğüm çözülüyor!

İlk günün programı Paşupatinat ve sonra otelimizin olduğu Dulikel’e yolculuk…

Şimdi sevgili okuyucu, gitmeden tur programındaki yerleri internetten araştırmış ve okumuş olsam da, neyle karşılaşacağımı az-çok tahmin etsem de bazı şeyler maaaalesef kanlı-canlı görmeden algılanamıyor, tahmin edilemiyor…

İlk durağımız 5. yy da inşa edilmiş Paşupatinat, Hindistan’daki Varanasi gibi kutsal bir Hindu haç yeri…
Asyadaki en önemli 4 dini mekandan biriymiş. Hinduların sevgili tanrısı Şiva’nın iyicil bir biçimine adanmış, Bagmati nehri kıyısında, Pagoda mimarisinin nefis bir örneği…
Ana beyaz tapınağın etrafında, başka Hindu ve Budist tanrılarına adanmış bir sürü tapınaklarla çevrelenmiş kutsal bir yer. Tam 492 tane tapınak var!!!

Şimdi gitmeden bu bölgedeki insanların ölünce yakıldığını biliyorduk da dakka bir gol bir, en önemli tapınağa götürülüp geldiğimiz yere gözlerimiz daha alışamamışken ölü yakma ritüelini göstertip şok etkisiyle hoooooşgeldiniiiz yani namaaaste biraz hard kaçtı abi!!!

Allahım, nehrin karşısında küçük tapınakçıkların arsında yürürken, karşıdan yükselen dumanlar, çalan çanlar, ağlama sesleri, ayağının altında anaaam saldırır mı diyerek ürkerek yürümene neden olan maymunlar…

Hello Nepal!
Hello Hinduizm, Budizm...
Ooo my goood!
Bi kültür şoku…
Bi kal gelme hali…
Ooo hebele kübele…

Yani neyle karşılaşacağını bilmek ayrı karşılaşmak ap ayrı!
Rehberimiz anlatıyor bi şeyler ama ben vücut orda ruh ve kafa bedenden ayrılmış alanın üstünde uçuşta, keşifte, anlama ve özümseme de…

Duman, toz…
Neden herkesin maske ile gidin dediği ortaya çıkıyor!
Hastalık kapmamak için değil tozu, külü yutmamak içinmiş!!!

Muson zamanı yükselen nehir şu an onlar için neden önemli olduğunu anlayamayacağınız bir yükseklikte…
Suyun rengi çamur rengi…
Nesi kutsal olm bunun?
Sular yükseldiğinde görünmez olan basamaklar şimdilerde gözüküyor…
Ayinlerin yapıldığı karşı tarafa geçmeye izniniz yok…
İçimdeki keşfedici yasak dinlemeyip karşı tarafa geçmek istiyor ve gat denilen basamaklarda yürümek hatta oturmak istiyor…

Görünen manzaraya alışmak hemen kolay olmuyor…
Bir süre fotoğraf çekemiyorum…
Bir yandan çok ilginç, her şeyi fotoğraflamak, vidyoya çekmek ve dünyayla paylaşmak istiyorum diğer taraftan ölümün soğukluğunu hissedip, kaybın acısını duyumsayıp saygıyla kıpırdamadan durmak istiyorum…

Karşılarında, aramızda bizi ayıran nehrin mesafesi ile dururken birçok duyguyu aynı anda yaşıyorum…

Nefesimi tutacak kadar kutsal bir şeye şahit olup kıpırdamadan durmak isterken öte yandan da bu güne kadar okuyup, belgesellerde gördüğümüz şeyin canlı halini sosyal medyalarımdan dünyaya beyan etmek…

Kızım sen ailenden biri ölünce, onun öldüğü odayı bırak bi daha o eve adım atmayan bi yaratıksın şimdi gelmiş burada bi cep telefonuyla bi fotoğraf makinenle zooom üstüne zooom!
Psikopatmısın lem?
Tam bunu düşünürken  gözüme bi şey kaçıyor!
Hııh diyorum bi Nepal rahmetlisinin külünün gözüme girmesi eksikti!!!
Bir yanım ciyak ciyak ciyaklamak isterken diğer yanım ağır başlı bir şekilde elimi gözüme götürüyor ve rahmetliyi nazikçe gözümden çıkarıp selametle, allah günahlarını affetsin diyip rüzgara doğru bırakıyor onu…

Tanrım korku filmi gibi!
Iıyk gözüme ölü kaçtı olm!!!
Öööğğğğ… Lenslerimi çöpe atmalıyım hemen! Yanımda kaç tane yedek lens getirdim acaba?

(Bu arada okuyucu normalde hep biri gözümde diğeri yedek 2 lens ile yolculuğa çıkarım. Nepal ve Hindistan çok tozlu memleketler olduğundan yanınıza boool yedek lens alın diye uyarim sizleri. Hatta gözü temizleyen damlalar… Gözümdekini yola çıkmadan yeni açıp takmış olmama rağmen 3. günün sonunda lens 2 aydır gözümdeymiş gibi tozdan mefta oldu! Günlük tak-çıkar-atlar belki de böyle bi coğrafya için daha uygun olur. Gezgin tecrübesi infosu)

Tam ben gözüme kaçmış rahmetli külü şokunu atlatmaya çalışıyordum ki rehber, bazen iyi yanmadığı için kemiklerin su da yüzdüğünü söyledi!!!

Ah Hindistan diye tutturan hücrelerimi…
Mexicaya filan gitseydik ya!
Şimdi kafamızda kocaman meksikan şapkaları elimizde tekilalı kokteyller keyif yapmak varken…
IIyk! Allahım… Çok pis kokuyooo… Tam bu sırada karşıdaki ölü yakıcı beni duymuş gibi ateşe sandal ağacı yaprağı atmaya başladı… At anam, at ama yani bi tek sen dilsin ki aynı anda 5 kişi… Hangisinin kokusuna yetecek 3-5 yaprak… Allahım kusucam şimdi mübarek yere diyip maskemi ağzıma, burun deliklerime iyice tıkıştırıyorum…

Çok ilginç bir yer… Ortama, kokuya biraz alıştıktan sonra gitmeyip küçük stupaların dibine çömüp hayatın ve ölümün iç içeliğini huşu içinde izleyip bi tür aydınlanma yaşamak istiyorsunuz ama gözüme ölü külü kaçmış kadınım olm! İlk gün için kaldırabileceğimden, çok aydınlanmış ve kültürle iç içe olmuş durumdayım yani… Benim için yeterli… İçimden bi saykokilır çıkıp, helva niyetine, maymunları ateşe atıp maymun kızartma yapıp ölünün anısına maymun kızartma dağıtıyooos diyen bir kadın çıkartmaya gerek yok bence…

Deneyimlediğimiz eşsiz kültürel şoktan herkes şaşkın, rehber ilk bölümün iyi geçmesinden mutlu hadi dedi… Şimdi otelimize…

Kaldırması, anlaması zor olabilecek müthiş bir deneyim… Evinizden kmlerce uzakta bambaşka bir kültürün ve dinin özel bir ritüeline şahit olmak… Şok edici, ürkütücü, korkutucu, şaşkınlık verici ama size ters gelse de anlamasanız da sonuçta o insanların inançları… Ortama alıştıktan sonra yaşadığınız deneyimin müthişliğine kendinizi bırakıyorsunuz… Ve o insanların inançlarına saygı göstererek inandığınız ne ise içinizden, hayata veda etmiş o insanlar için veda duaları okuyorsunuz…

Sonuçta dini olan her yapı kutsaldır… Sizin inancınızdan farklı olsa da orası maneviyatın yaşandığı yer… İçinizden dua etme isteği geliyorsa hangi dinin mekanı olduğunun bir önemi yoktur…

Tanrım bu toprakları, bu kültürü görmemi sağladığın için minnettarım…

Rüzgar külleri ve dumanı savururken, çanlar çalıyor, ayinin müziği sizi etkisi altına alıyorken, sevgilimle 2 adım ötemizde ölü yanarken birbirimize sarılıyoruz…
Yaşam ve ölümün uyum içinde vukuu bulduğu yerde biz de yaşamın örneğiyiz…
Geldiğin için teşekkür ederim diyorum…
Gri gözleriyle bana gülümserken ben ona olan sevgimi ifade etmek için, bilmiyorum seni şurda yakabilirim biliyosun di mi, tikkatli ol diye geyik yapıyorum…

Gözüne ölü külü kaçmış kadınııım olm, dünyanın çatısının bi kat altındayım*, her türlü yakarım tikkatli olun yaniii!
:p

(Çatı olarak Tibet’i görüyor dünya, o yüzden çatı katının bi altı)

Ve bu arada ilk önce şehir turu yapıp, 2 tapınak görüp sonra ölü yakma ritüeli görseydik kültür şoku yaşamadan alışsaydık bu topraklara daha iyi olurdu… 40 defa gelmiş rehber ile biz birmiyiz olm duygusal açıdan?

DULİKEL

Şimdi bu bölge iyi ve güzelde, gitmesi dönmesi harbi eziyetli olduğu için içimden verdiğim parayı geri veriiiin diye arızaya geçmek isteyen emekli bi albay tiplemesi çıkarmadı diiil !

Tamam yeşillikler içinde, bi yanı uçurumlu, yerel mimari örneklerini ve yerli halkı- köyleri göre göre yaptığınız ve sonunda da Nepal yerine kendinizi Vietnam’da sandığınız bir doğal güzellikte buluyorsunuz ama aaaay o ne eziyetli yoldu olm!!!

Muson yüzünden asfalt filan kalmamış… Karşıdan araba gelmesine rağmen inatla birbirini sağlayan kamyonlar, otobüsler, motorlar… Kaza olmasın diye hafifçe sola kırınca ya yoldaki çukura girip hopluyorsunuz ya da şoförünüz usta değilse kendinizi yamaçtan aşşa bi ahşap-tuğla yerine betonarme ile yapılmış pagoda tarzlı bi binanın çatısında bulma ihtimaliniz çook yüksek!!!

Allahıııım hoplaya, zıplaya, selavatlar getire getire, her yerden eksik olmayan tanrıları Şiva’nın resimlerini göre göre Şiva’ya dua ede ede, adını Kubilay Han’ın mimarı Arniko’dan alan, şehirler arası yol olduğuna 1000 tane şahit gerekecek yolda yolculuk yapmak!!!

Tamam kabul ediyorum yerleşkelerden ve doğadan geçerken ki manzaralar çok güzel ancak, karşıdan araba ne arabası kamyon gelirken göre göre sağlayan, durmaksızın havalı korna çalan kaosta huzura gideceğiz diye asabı bozmaya değermiydi yahu?

Bu yolculuk anlatılmaz bebeğiiim, yaşanır! Wallahi ilk defa bir seyahatimde ölücem diye korktum!
Bir yandan korkup diğer yandan eğleniyorsunuz da…
Hindu ya da Budist olmadan ermenin sırrına vakıf oluyorsunuz bu yolculukla…
Kendi içinde düzeni bulunan kaosa kendinizi bırakmak ve oooom olmak...
Otele giderken hepimiz erdik olm!

Bir süre sonra karşıdan üstünüze gelen bir minibüs, bir kamyon ve aradan geçmeye çalışan motosiklet görüntüsü alaaa allaaaah öleceeeez hissi yaşatmıyor size… Gel her iki aracın yolcuları ahbap olacak kadar yakın geç, sürtmeden, camları patlamadan geç, aferin derken buluyorsunuz kendinizi…

Genişliği 2 arabalık yolda, 4 hatta 5 şeritli yol yapmak…
Zevkine çaldıkları havalı kornalarla onlar eğlenirken, ah keşke kulak tıkacı getirsemiydik demek…
Taşlı, çukurlu yolda şoförünüz hem sağlayıp hem de arkasındakine yol vermeden, karşıdan sağlamış gelenle çarpışmamak için hamle yaparken siz sarsıntıdan koltuklarda zıplarken kalçanızın kemiklerinin sağlamlığını test ediyorsunuz… Walla eskiden sağlamdı ancak bu gezi sonrası garanti veremicem beeep…

Allahım ne maceraaaa!!!
Otele varıncaya kadar, inşallah Hindistan yolları böyle değildir diye geçirdim aklımdan… Yoksa sevgilime seni yakarım diye takılırken o beni yakacak!  
Hiho hoooyt!
Birbirimize gülümsüyoruz ama seyahatin geri kalanı için ikimizde de endişe en üst seviyede!
Heee Nepal, doğal güzellik, Budizm mudizm…
Çok şahane…
Oda buda bu da buda…
Laaaaaayn hoplatmadan!!!

Otel tepede yeşilliklerin içinde…
Evet buraya büyük valizlerin çıkması zor…
Rehber, şoför, otel görevlileri karayolun trafiğini keserek bizi karşıya geçiriyorlar ve otelin merdivenlerini tırmanmaya başlıyoruz…
Nefis bir doğal güzelliği var otelin…
Şiva’ya şükürler olsun sağ salim geldik gelmesine de bu yolun bi de dönüşü var!
O maaay gooood! Yarını düşünmek istemiyorum… Karadeniz doğumlu biri olarak zümrüt yeşilinin ve nefis çiçeklerle donatılmış bahçenin keyfini çıkarıp oooom olmak istiyorum… Ama önce yüzümü yıkamak! Rahmetlinin anılarından iyice arınmak…

Efenim buranın gün doğumu şahane olurmuş…
Katmandu Vadisinde Himalaya tepelerinin en güzel göründüğü yermiş… O yüzden bu maceralı yolculuğu yapmışız… Bizim gibi dağa tırmanamayacak gezginlere eşsiz dağ manzarası göstermek istemişler iyi hoş etmişler de ufak bi detay var; Bu bölge sisli ve puslu bi bölge! Şansımıza sis-mis-pus olmazsa gün batımı da gün doğumu da şahane olacak ama… Ah okuyucu biliyorsun beni seven bi kutup ayum var! Anladığım kadarıyla turdaki diğer insanlarında… Sise-pusa denk geldik göremedik! Göremedik ama aşağıdaki ana yoldan gelen havalı korna seslerine karışan kuş sesleri eşliğinde yeşilin-huzurun tadını çıkardık.

Yüksek bir bölge olduğu için tüm gezi boyunca sıcaklığı en düşük yer burası oldu. Gitmeden evvel soğuk olur diye uyardıklarından, tüm kış boyunca almadığım ama bu gezi için Calzedonya’dan aldığım termal külotlu çoraplarım fazla geldi ve laaayn o çoraba o kadar para vereceğime Free shop’dan bir değil 2 tane gerçek Cuba romu alırdım diye az hayıflanmadım!

Ay napiiim okuyucu arada huysuz, bıdı bıdı söylenen emekli bi albay hortluyo içimde… 35’den sonra yükselenin etkisine giriyomuşsun ya… Yay üstüne Boğa olunca beleeee olunuyo demek ki… :pppp



Sakin huzurlu, kırmızı tuğlalı 2 katlı bungolow tarzı mimarisiyle bu oteli sevdik…
Nepal ve Hindistan gezisi boyunca gözlemlediğim şey, bahçeciliği-çiçeklendirmeyi çok sevdikleri oldu…
Saksıları duvar diplerine dizmeyi, rengarenk çiçekler ile sizleri karşılamayı çok seviyorlar… Hatta kaldırımlarda bile… Biz de olsa o güzelim toprak saksıları çalarlar… O çalanlardan biri de ben olurum walla! :ppp

Nepal çömlekçiliği sever bi ülke. Walla bi çömlekçi ustasının yanında çalışmak isterdim. Eeee seramik yapmış ve bırakmış olsam da topraktan, çamurdan, üretmekten uzak duramıyorum… Belki bi gün bi Nepalli çömlekçinin yanına giderim neden olmasın?

Ben Nepali’i çok sevdim okuyucu… Asıl gidip görmek istediğim Hindistan olsa da Nepal beni daha çok etkiledi… Bilmiyorum önümüzdeki yıllarda bi Nepal hatta Tibet’de… Heee piyangodan para çıktı… :p

Neyse okuyucu, odamıza yerleşir yerleşmez tipik bi yay olarak sevgilimi Vieeetnamaaaa gideliiim nolur diye darlamaya başladım!
Adam daha bu gezi bitmeden hatun yenisini planlıyor töbeee töbeee yapmadı… Olur dedi… : )
Du bakalım görcez…  ;)

İlk günün yorgunluğuyla akşam yemeğinden sonra erkenden odalarımıza çekildik… Bütün gece anayoldan gelen korna seslerini duyacakmıyız diye merak ederken 11 civarlarında sesler kesildi… Ana yol tatile girdi… : )

Odaya koydukları mumu yakıp, sketch defterimi çıkarıp sketch yaptım…
Sonra mumu alıp dışarıya çıktım…
Önce babama sonra bugün bu dünyadan ayrılışlarına şahit olduğumuz insanlara ufak bir uğurlama ritüeli de ben yapıp sigara tüttürdüm… Buralara gelmek isteyen eşim-dostum için dilekte de bulundum. Oralardan bize dua et diyenlere dua ettim…  Sonra gün doğumu için sabah 5’de verilen uyandırma da uyanabilmek için yatağa…

Askeri kamp mı tur mu belli diiil leeem! :p

Walla nasıl uyudum bilmiyorum… Sabah 5’de gün doğumuna kalktığımızda sisin bize oyun yaptığını gördük… Doğan güneşi göremedik…
Olsun dedik… Kmlerce ötede böyle bi güzellik olduğunu öğrendik ama yani çok da gelinesi bi yer değilmiş… Nepal’e ayrılmış bir 10 gününüz olsa belki evet… Ama 3 gün için… Ama yine de maceralı yoluna rağmen ülkeyi tanımak adına güzeldi…

Uuw beybiiii otobüse binip Katmandu’ya dönüş zamanı… Şehri gezmece zamanı da o bozuk yoldan tekrar yol almak…

*Dulikel’deki otel; Dhulikhel Mountain Resort. İnternet sayfasına girip Nepal coğrafyasına bakmanız için…

10 Mart 2018 Cumartesi

Hint Fakiri...


Gitmek istediğiniz ama bir gün gerçekten gidebileceğinizi ummadığınız yerler vardır…
Hindistan ve Nepal’de benim için öyleydi…
Çok gitmek istiyordum…
Ancak yanıma yancı bulamıyor, tek başıma gitmek için de paracıklarıma kıyamıyordum!
Ah tek başına seyahat edenler olarak turizm firmalarınca daha çok saygı görmemiz gerekiyor. Çünkü neredeyse 2 kişilik ücreti ödetiyorlar biz yalnız gezginlere…

3 senedir Hindistan’ı sayıklamaktaydım…
Geçen sene kıl payı ile Holi Festivaline gitmeyi kaçırdığımda günlerce depresyona girmiş, kanal 7’nin Hint dizilerine vermiştim kendimi! : )))

Bu sene, tek başıma gitmek kaça maaaal olacaksa olsun dedim, gidicem üleeeyn! Bir şekilde Hindistan’ın beni çağırdığını hissediyordum… Çok meditasyonla, yogayla-mogayla alakam olmasa da o toprakların ruhuma iyi gelen bir tarafı olacağını hissediyordum…

Ya gidip, görerek erecektim ya da gidemediğim için Hint dizisi izleye izleye başka bir türlü erip, aydınlanacaktım! :p

Bir gezgin olarak artık Asya’ya ve daha uzak coğrafyalara açılmam gerekiyordu…

Sevgili sevgilime ilk Hindistan’a gitme arzumu söylediğimde bana ‘sen git, ben gitmem oraya’ demişti…
Zaman içerisinde Hindistan konusu ne zaman açılsa adam nuh diyor peygamber demiyordu!
Ben de amaaan gelmezsen gelme diyerek, Hindistan’a gitmek için tercih edilmesi gereken tek tur şirketi olan şirket ile ondan habersiz flörtleşmeye başladım geçen senenin son ayında…

Flörtleşmemiz, satış sorumlusu hatunun, ödeme anında  uçak biletinin fiyata dahil olmadığını söylemeyi unutup, hatırlayıp söylediği ana kadar şahane gitti!!!

Tek kişi oda farkıııı artı uçak bileti, duş barabarsıssss 4000 dolar!!!
Her akşam masama yakışıklı bir Hintli servis edeceksiniz heralde bu ücret karşılığı?
Bu kadar para verdikten sonra bebeğim tek Hintlinin beni keseceğini sanmıyorum… Yemekte ayrı, akşamları tur sonrası ayaklarıma masaj yapması için ayrı…
Satış sorumlusu hatun, uçak biletinin fiyata dahil olmadığını söylemeyi unutmuş olmasını çok normalmiş gibi görüp, beni sizin için yer açtım gelmiyormusunuz yani diye azarladı!
Bebeğim, yanıma kaç Hintli vereceğiniz konusunda anlaşırsak geleceğim…

Nepal-Hindistan turunda uçak bileti fiyata dâhil olduğundan 10 günlük gezinin ücreti tek kişilik ücret farkıyla bile 6 günlük Hindistan turundan daha uygundu…

Sadece Hindistan yerine, kesenin ağzını biraz daha açıp Nepal-Hindistan mı yapmalıydım?
Tam bu sırada sevgili sevgilim aradı…
Sesin niye böyle?
Hindistan’a gidecektim ama gidemiyorum…
Hikâyeyi ona anlatmamla bana gezilerin bilgisini yollamamı söyledi…
Yolladım… Yolladım ama gitmek istemediğini bildiğimden öylesine istiyor zannettim…

Olm yeminle kadınlar Venüsten, erkekler Marstan!!!
Demesin mi bana bu şirketle gideceğini söylemediğinden ben sana gelmem diyordum, bu tur şirketiyle gidiyorsan elbet giderim!!!
Ulan Hindistan’a güvenip başka hangi tur şirketiyle gidilir kiiii?!
Eeey kadın okuyucu, adamlara şirketine varıncaya kadar hayallerini anlatman gerekiyormuş, öğrenmenin yaşı yokmuş, öğrendim, sen de öğren! : )))

İki gün sonra satış sorumlusunu Hintlilerinizi istemiyorum, ben yariiim ile geliyorum, Nepal-Hindistan turuna kaydımızı yaptırmak istiyorum diye aradım…
Hay aramaz olaydım…
Hay Hindistan’a gitmek istiyorum diye tutturan hücrelerimi…
Hayatımda ilk defa bir tura kayıt olurken, ödeme yaparken bu kadar eziyet yaşadım!
Hatun kaydımızı yaptımı, ne zaman ödeme yapıcaz, mail adreslerimizi mi yanlış yazdık da haber alamıyoruz, ödeme yapmaya gittiğimiz de paramızı alacaklar mı, tipimizi mi beğenmediler, kokuyomuyuz, eğitim ve kültür durumumuz mu uygun değil bu tura katılmaya…
Allahııım kafayı yemeden, delirmeden,  sevgilim ofislerini başlarına yıkmadan gidebilecekmiyiz acaba?
Hatunun tutumu sebebiyle sevgilim bir ara gitmekten vazgeçti!
Ben satış sorumlusunun tutumu sebebiyle gidemeyecek olmamızdan, salya sümük, avmlerde yerlere yatıp tepinen ıııyk çocuklar gibi tepine tepine ağladım…
Sevgilim baktı çok istiyorum, ağlamam geçmicek, önce gidelim sonra ofislerini başlarına yıkarım dedi… :p  : ))  
Bizden kaynaklanan bir sebep yüzünden değil de satış sorumlusu yüzünden az kalsın…
Abartmıyorum, hatun kaydımızı alıp, ödememizi bi zahmet aldığı güne kadar en az 3 defa Hindistan’a gidebilecekmiyiz diye kahve falı baktırdım! Ki ben fala-mala inanmam!!! Tam rüyaya yatacaktım ki oldu!

Wallahi uçağa binene kadar gittiğimize inanamadım.
Ödeme yaptıktan sonra elimize verilen makbuza bile güvenemedim!
Ne zaman uçağa bindik, kapılar kapandı ancak o zaman! : ))


Uzun uçuşları severim… Hele daha önce hiç gitmediğim bir yere ise o uçuş, uçaktan daha hızlıdır kalp atışlarım…
Gece binip sabaha uyanmak…
Gökyüzünde gün doğumunu karşılamak…
Gece bir ara pencereden baktığımda gecenin karanlığında parlayan yıldızların güzelliği o kadar müthiş ve o kadar şükrettiriciydi ki…
Bilmediğimiz bir coğrafya gidiyorduk…
Umduklarımızla bulduklarımız ne kadar farklı olacaktı…
Sevecekmiydik yoksa niye geldik mi buralara diyecektik…
Aşka mı düşecektik yoksa iki yabancı gibi mi olacaktık…
Bize katacakları neler olacaktı…
Herkesin aydınlanmaya geldiği topraklardan biz aydınlanmaya gelmemiş gezginler ne hisler yaşayıp-duyumsayıp dönecektik?
Farkında olmadan bir içsel yolculuğa çıkacakmıydık?
Dünya vatandaşlığına bir adım daha yaklaşacakmıydık?
Renk, ten, dil, din farklıda olsa özünde aynı hamuru taşıyan sınırların, bürokrasinin ayırdığı insanoğlu ve kadınları birlikte ortak ne deneyimler duyumsayacaktık?
6 saatlik uçuş sonlanırken, yanımda uyuyan sevgilime baktım…
Benim içim içime sığmıyordu…
Kıpır kıpır bir yay ve sakin oğlak…
Nasıl böyle sakince uyuyordu…
Oysa ben kokpite gidip pilota, hadiii biraz daha hızlı dememek için kendimi zor tutuyordum…
Başımı tekrar pencereye çevirdiğimde nutkum tutulmuştu…
O gördüklerim bulutmuydu?
Böyle sivri tepeli bulut olmazdı…Olamazdı…
Yoksa?
Tanrıııııım, dünyanın çatısının beyaz tepeleriiiiii…mi?
Göreceğimi sanmadığım, ummadığım…
Hiç inerken görebileceğimiz aklıma gelmemişti…
Tanrım, kalp atışlarım hızlandı…
İnanamıyorum!
Sevgilimi gözlerimi pencereden ayırmadan sarsarak uyandırıyorum…
Gözlerimde mutluluk ve sevinç yaşları ile Himalayalar diyorum…
Himalayalar, uyan, uyaaan, geldik…
Tanrııııııım!
Herkes sabah kahvesini yudumlarken, uçağa binerken soğuması için verdiğimiz minik şampanyamızı hostes getiriyor…
Buz gibi şampanyamız, uçağın penceresinden Himalayardan yansıyan ışık ile içinde pırlanta taneleri varmışcasına parıldıyor ellerimizde…
Tanrım bu görüntünün tarifi yok… Bunu nasıl yazarak ya da sözlü anlatabilirim bilmiyorum…
Tuzunu bildiğim şey karşımda! :p (Yazar inanmak için çimdik atma adına burada geyik yapmaya başvuruyor! :ppp)
Nepaaaal !!!
Nepaldeyim!
Nepaldeyiz…

Fiil çekimi bittikten sonra seyahatin devamı 2.,3, hatta 15. yazıyla sizlerle olacak sayın ve sevgili okuyucu… : )